Biraz uzakta, karanlığın derinlerinde bir yerlerde onları izleyen Sebastian gözlerinin dolmasını engellemeye çalışarak arkasını döndü. Ancak tutamadığı gözyaşı yanağından süzülürken ona aşık olduğunu ilk defa kabullendi. Farkında olmadan bir sigara...
Zaten az olan eşyalarımı toplamam 5 dakika sürmüştü. Hava kararmıştı. Bugün öğleden sonra çıkıp biraz dolaşmıştım ama çok sıcak olduğu için kendimi geri otelde bulmuştum. Çekim yerine gitmemek için ise kendimi zor tutmuştum. Sebastian'ı görmek istiyordum ama dün yaptığından dolayı da çok sinirliydim. Resmen yüzüme bakmamıştı. Düşünmemeye çalışarak odadan çıktım. Havaalanına gitmem gerekiyordu. Resepsiyona odanın kartını verip teşekkür ettim.
A.Ö.: Bana bir taksi çağırır mısınız?
R.: Peki efend...
S.S.: Bence hiç gerek yok.
Sağımdan gelen tanıdık sesle kafamı çevirdim. Şaşkınlıktan ağzım ve gözlerim kocaman açılıyordu ki komik görünmemek için kendimi durdurdum.
A.Ö.: Oh, Seb! Burada ne yapıyorsun? Şu anda çekim var sanıyordum.
S.S.: Evet, şu an çekim var ama benim oynamadığım sahneler olduğu için orada bana gerek yok. Sen otelden ayrılmadan sana yetişmek istedim. Yoksa veda etmeden gidebileceğini mi sandın?
Ne diyeceğimi bilmiyordum. Bana güldükten sonra resepsiyoniste döndü.
S.S.: Taksiye gerek yok.
A.Ö.: Ama...
S.S.: Ben bırakırım seni havaalanına.
A.Ö.: Teşekkür ederim ama oraya kadar yorulmana hiç gerek yok. Zaten yorgunsundur.
S.S.: Sana sorduğumu hatırlamıyorum.
Dudağının kenarı kıvrılıp gülümsemeye başladı.
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Tanrım, çok tatlıydı. Bu tatlılığa nasıl karşı gelebilirdim ki? Birlikte otelden çıktık. Cebinden arabasının anahtarını çıkardı ve arabasına ilerledi. Kırmızı Jaguar. Küçüklükten beri arabalara ve motorlara tutkum vardı. Sık sık araba fuarlarına gitmiş, en sevdiğim modellere binmiştim ama Sebastan'ın arabasına binmek... İşte bu hiç aklıma gelmemişti.
Yaklaşık 1 saatlik yolumuz vardı ve sohbet etmeye başlamıştık. Bana Türkiye'deki işimle, okulumla ilgili sorular soruyordu. İlgilendiğini pek sanmıyordum ama yine de sorduğu soruları açıkça cevaplıyordum.
S.S.: Asıl merak ettiğim bir konu var. Biz çekim yaptığımız bazı yerleri medyadan ve özellikle fanlardan gizli tutmaya çalışırız. Yoksa ne olacağını sen de bilirsin. Ama sen randevu için direk çekim yaptığımız bölgeye geldin. Orayı nasıl buldun?
Galiba açıklamanın zamanı gelmişti.
A.Ö.: Aslında tam olarak ben bulmadım.
S.S.: Nasıl yani?
Cebimden çıkardığım aleti Seb'e gösterdim.
S.S.: Ama bu... Şey değil mi, Tony Stark'ın filmdeki telefonu.
A.Ö.: Evet, ama bu biraz daha gelişmişi. Bu bir Glass Smart Mini Device (GSMD). Ya da sen ona Jarvis de diyebilirsin.
Son söylediğim cümleden sonra adeta şok geçirdi.
S.S.: Şaka yapıyor olmalısın?
A.Ö.: Hayır, oldukça ciddiyim.
S.S.: Yani bu...
J.: Merhaba Bay Stan. Ben Jarvis. Sizinle nihayet tanışabildiğime çok sevindim.
S.S.: Vay canına, merhaba Jarvis. Sen filmdeki Jarvis'le aynı Jarvis misin?
J.: Hayır efendim. Ben filmdeki Jarvis'ten çok daha gelişmiş bir teknolojiyim. Filmdeki Jarvis'in ulaşamadığı yerlere ben rahatlıkla ulaşabilirim. Ayrıca ben ondan çok daha hızlıyım.
S.S.: Mesela nerelere girebilirsin?
Jarvis'in sesi bir anda tüm arabanın içini doldurdu. Arabanın ses sistemine girmişti.
J.: Her yere.
S.S.: Ama ses sistemi açık değil. Bunu nasıl yaptın?
J.: Eh, benden sonraki en gelişmiş teknoloji benden en az 15 yıl geride. Yani övünmek gibi olmasın ama şu anda dünyanın en gelişmiş teknolojisiyle konuşuyorsunuz. Bu sayede yanınızda oturan güzel hanımefendi de dünyanın en iyi muciti oluyor.
Yok artık, bunu demiş olamazdı. Gözlerim kocaman açılarak tepki verdim.
A.Ö.: Jarvis! Ben sana ne demiştim?
J.: Iıh.. kusura bakma patron.
Seb, Jarvis'le benim bu halime gülümsedikten sonra konuşmaya devam etti.
S.S.: Harika! Demek onu sen yaptın. Peki nasıl?
A.Ö.: 11 yaşındayken programlamayı öğrendim ve her şey ondan sonra oldu. Teknolojiye olan ilgim arttı. Iron Man filmi çıktıktan sonra ise gerçek bir Jarvis yapmaya karar verdim. Senelerce uğraştım ve yaklaşık 2 sene önce tamamlayabildim.
S.S.: Tebrik ederim. Bu gerçekten büyük bir başarı.
A.Ö.: Teşekkür ederim ama senden bir şey isteyeceğim. Bu teknolojiden kimseye bahsetme olur mu? Çünkü henüz patentini almadım.
S.S.: Tabi ama 2 senedir neden patent almıyorsun ki?
A.Ö.: Çünkü.. şey.. Jarvis'in de dediği gibi onun giremeyeceği bir yer, aşamayacağı bir sistem yok. Ve eğer bu teknoloji kötü emelleri olan insanların eline geçerse bir felakete yol açar. O yüzden elimden geldiğince saklamaya çalışıyorum.
S.S.: Anladım. Peki başka kim biliyor?
A.Ö.: Sen, ben bir de Jarvis.
Evet ona en büyük sırrımı, Jarvis'i söylemiştim ama şimdiden pişman oldum. Umarım ne kadar tehlikeli olabileceğini anlamıştır ve beni hayal kırıklığına uğratmaz diye geçirdim içimden.
...
Havaalanına ulaşmıştık. Uçağın kalkış vakti yaklaştığı için vedalaşmanın zamanı gelmişti.
S.S.: Türkiye'ye ulaştığında akşam olmuş olacak. Seni oradan kim alacak peki?
A.Ö.: Hiçkimse. Ben gidebilirim.
S.S.: Olur mu öyle şey? Uçağa binmeden birine haber versen iyi olur.
A.Ö.: Ben yalnız yaşıyorum. Haber verebileceğim kimse yok.
S.S.: Ailen?
A.Ö.: Birkaç sene önce ailemi kaybettim. Sadece ailemi değil, bütün akrabalarımı. Geriye bir tek ben kaldım.
S.S.: Ah, bilmiyordum kusura bakma.
A.Ö.: Sorun değil, bununla yaşamayı öğrendim.
S.S.: Ama benim içim hiç rahat etmez şimdi. Sana numaramı vereyim, uçaktan iner inmez beni ara, olur mu? En azından eve geçene kadar güvende olduğunu bileyim.
Az önce Seb benim için endişelendi mi, yoksa bana mı öyle geldi? Telefonu mu çıkarıp numarasını yazmaya başladım. Aslında.. onun numarası bende vardı zaten. Jarvis'e bulmasını söylemiştim, o da bulmuştu. Ama bu kadarını da Seb'e söyleyemezdim. Yoksa bu sefer beni kesin sapık falan sanardı. Numarayı yazdıktan sonra Seb'e döndüm.
A.Ö.: Artık gitme vakti. Seni tanımak ve seninle vakit geçirmek güzeldi Seb. Kendine iyi bak.
S.S.: Tanrım, sanki bir daha asla görüşmeyecekmişiz gibi konuşuyorsun.
A.Ö.: Hiç belli olmaz.
Zorla da olsa gülümseyip elimi uzattım. Uzattığım elimi görmezden geldi ve...
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
...kocaman sarıldı. Bu sefer bayılmazsam bir daha hiç bayılmazdım. Şaşkınlık içinde ben de ona sarıldım. Biraz askerlik arkadaşına sarılıyormuş gibi sarılsa da o güçlü kolları her türlü bana dolanmıştı. Ayrıldığımızda ise gözlerim dolmuştu. Hayır, hayır bu ben olamazdım. Seb, ne yaptın bana böyle?
...
Uçaktan inmiş, evin yolunu tutmuştum. Tanıdığım sokaklarda yürümenin rahatlığı vardı üzerimde. Hava kararmıştı. Seb'i aramalı mıyım diye düşündüm? Aramazsam başıma bir şey geldiğini düşünecekti. Ararsam da ne konuşacaktık ki? Taksiye bindim ve aramaya karar verdim. Birkaç defa çaldıktan sonra açıldı.
A.Ö.: Seb, ben Alfa.
S.S.: Merhaba Alfa, ben de aramanı bekliyordum. Napıyorsun?
A.Ö.: Eve gidiyorum. Sen?
S.S.: Biz de çekimdeyiz şimdi. Nasıl geçti yolculuğun?
A.Ö.: İdare ederdi.
S.S.: Gitmeden önce birkaç gün daha kalman için ısrar edecektim ama okulun olduğu için vazgeçtim.
A.Ö.: Aslında okuldan çok ilgilenmem gereken bir bebeğim var.
Hatta bir süre sessizlik oldu.
S.S.: Evli olduğunu bilmiyordum. Kaç yaşınd..
A.Ö.: Hayır, hayır. Evli değilim. Bebekten kastım yavru kedi.
Telefondan kahkaha sesini duydum. Evli olduğumu düşüneceği hiç aklıma gelmemişti.
S.S.: Yoksa onun adı da Beta mı?
Gülerek cevap verdim.
A.Ö.: Hayır, Marvel. Ama ismini koyarken onu da düşünmedim değil.
S.S.: Ah tabi ya, tahmin etmeliydim.
Biraz daha sohbet ettikten sonra eve ulaşmıştım. Onunla konuşurken zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamamıştım. Veda edip telefonu kapattım. Bir daha konuşacağımız meçhuldü.