{Kelebeğin kanatlarına tutunmuştu duygularım. Onu sonsuzluğa doğru götürdüğünde ömrünü yitirmişti. Ve ruhum duygularım ile bir bütün olup onu denizin derinliklerine bahşetti.}
Bir kelebeğin uçuşunu izlemiştim, özgür olmayı adamışken kendine sonsuzluğa açılan kanatlarını. Bir çok kişinin hayallerini sığdırdığı ve kendi umutları kadar narin bir yıldızı da izlemiştim, kalbimi ona emanet ettiğimde aynı yıldıza baktığımız zaman o adama sunsun diye. Yıpranışlarımın ardındaki güçlü benliğimi bahşetmek istediğimde sunulan tacı en zirveye ulaştırmak istemenin acizliğini yaşamıştım çoğu zaman. Varla yok arasında kalan ruhumu yokluğuma iterek karanlıktan doğmasını beklemiştim. Fakat o doğmaktan bıkmış bir şekilde ölüşünü izletti bana.
Elimdeki telefon gerilmeme yol açarken bakışlarımı etrafa çevirip ekranı kapattım. Yaşamaktan korktuğum şeyin aslında kendisi olduğunu mu söylüyordu bana? Yıkılışlarımın ne denli ona mutluluk kattığını mı? Var oluş sebeplerimi bir kenara bırakıp ruhumun öldüğü gibi bedenimin de ölmesini mi bekliyordu? Nerden bilebilirdi ki yaşama sebeplerimi yitirdiğimde ölmeyi tercih ettiğimi.
"Neden bu kadar karışıksın?"
Sorumu ona yönelttiğimde kaşlarını havaya kaldırıp başını hafifçe salladı. Onun da henüz kendini çözemediğine emindim. Kendimi bir labirentte gibi hissediyordum. Ona uzanan ellerimi tutmak için fazla yakınımdaydı fakat bir o kadar da kafamda soru işaretleri bırakacak kadar labirent yolları vardı.
"Değilim." dediğinde gözlerimi belertip elimdeki telefonu cebime koydum.
"Sadece beni çözmek istemiyorsun."
Onu çözmek benim için kalın duvarları ellerim ile yıkmak kadar acı verici ve bir o kadar da yorucuydu. Bunu içimdeki duygulardan biri o olana kadar anlayamıyacaktı.
"Belkide öyledir."
Yüzüme hafif bir tebessüm kondurduğumda dudaklarını büzüp ceplerindeki ellerini çıkartıp arabaya doğru ilerledi. Anlamsızca arkadan ona bakarken beni burada bırakmayacağını düşünüp koşarak arabaya ilerledim.
"Nereye gidiyoruz?"
Sürücü koltuğuna oturmak adına kapıyı açtığında üzerimde kısa bakışlarını gezdirip kendini koltuğa attı. Cevap alamayışımın şaşkınlığı ile bende yanındaki koltuğa oturup kafamı ona doğru çevirdim.
"Nereye gitmek istersin?"
Sorduğu soru ile kafamı önüme çevirip düşündüğümü belli etmek için elimle başımı ovaladım. Kaçtığım eve geri gitmek acizlik göstergesi olurken gözlerimi kapatıp arkaya yasladım.
"Kimsenin olmadığı bir yere."
Derin bir nefes alıp gözlerim kapalı bir şekilde gülümserken sessizliğin ardındaki arabanın çalıştığını belli eden fren sesi kulaklarıma doluştu. Gözlerimi açıp merakla etrafa baktığımda, taşlı yolun devamını getiren ağaçlık bölgeler gözüme ilişti. Gidebildiğimiz kadar ileri gidip sadece kendimi dinlemek istiyordum bir süre. Arabanın hiç durmayıp en uç noktasına geldiğinde bedenimi aşağı indirip düşüncelerimi çantama koymasını bekliyordum.
Bu kadar hazırcı olmam insanları telaşlandırabilirdi fakat engel olamazdı. Her yeni adımımda önüme atılan bariyerlerin imzası dedem olmuşken, kendimi bulmaya gitmem ruhuna açılan bir savaşın ilk hamlesiydi. Silah bendeyken havaya ateş edip korku saldığımı düşünüyordum ama sıra ona geçtiğinde bütün duygularını denize döküp kalbime bir izini bırakmıştı. Etrafı kırıklar ile kaplı olan bu iz kendini unutturmamak adına sürekli sızlayıp delirmeme yol açıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Provision
FanfictionDudaklarındaki öfkeyi bir hatıra olarak boynuma kondurduğundan beri acı çekiyorum sevgilim. Bedenimi yakıp kavuran bu öfkeyi aşka çeviremeyecek kadar uzakta olduğunu biliyorum fakat benliğini kavuştuğumuz kuma gömdüğünden beri yanına gelmek için ruh...