Doğu Karadeniz'in bir köyünde altı kardeşin beşincisi olarak dünyaya geldi. Annesi, babası, kardeşi ve yandaki evlerinde üç ağabeyi, yengeleri ve yeğenleriyle beraber yaşıyordu. Ailesinin civarda sevilip sayılması, bilinirliği ve eliaçıklığı sebebiyle evlerinde misafirleri, ocaklarında aşları eksik olmazdı. Bu durumu sevdiği kadar da kendisini rahatsız hissederdi.
Saygılı, espritüel, bilgili ve hazırcevaplılığıyla küçüklüğünden beri herkesin gönlünde taht kurmuş, sevilen biriydi. On yaşlarına kadar paytak paytak yürüyebiliyorken son zamanlarında artık fazlasıyla zorlanıp, desteksiz yürüyemez hâle gelmişti.
Sürekli evde oturuyor, bahçe ve ahır işleriyle ilgilenip ailesine yardımcı olmak istiyordu fakat elinden bir şey gelmiyordu. Yürümeye çalışıyor, bir iki adım gitse de bacakları titreyerek kendisini tekrar yerde buluyordu. Bu durum O'nu günden güne üzüp içine kapatıyordu. Zaten engelinden dolayı hiç arkadaşı yoktu. Ancak evlerine misafirliğe gelirlerse çocuklarla görüşüyordu. Başka zamanlarda yanına uğrayan, gelip giden hiçbir arkadaşı yoktu. Engelli biriyle kim arkadaş olmak isterdi ki(!)Ailesi bunun farkındaydı. Babası eski adamdı, despottu. Annesinin her bakışta yüreği yanar ama elinden bir şey gelmemesine üzülür, oğluna belli etmemeye çalışırdı.
Ağabeyleri ve kardeşi de tüm bunların farkındalardı. En sonunda büyük ağabeyi, O'na, kendisini insanlardan soyutlamasın, üzülmesin ve işe yaramaz biri olmadığını görüp özgüvenini yitirmesin diye evin ön tarafındaki odaya kardeşi için küçük bir bakkal dükkanı açmaya karar verdi. O zamanlar köy göç vermediği için bakkal dükkanı iş görür, kardeşine de iyi gelir diye düşündü. Ağabeyi önce köyde satılabilecek ufak tefek mallar alarak dükkanı hazırladı. Sonrasında O'nun rahatça dükkana gidip gelebilmesi için odasından bakkal odasına kadar tüm duvarlara ahşaptan tutamaçlar yaptı.
Artık tutuna tutuna zor da olsa yürüyerek her sabah erkenden dükkanına gidip hem sosyalleşiyor, hem işe yaradığının farkına vararak özgüvenini geri kazanıyordu. Diğer ağabeyleri de ağaçlardan koltuk değneği yapmışlar, dışarıda da gezebilmesi için yardımcı olmuşlardı. Dünyalar onun olmuştu artık. Bazen tutamaçlardan tutunarak kapıya çıkar, girişe oturur köyü seyrederdi. Bazen dükkanında karşı dağlara bakarak dalıp giderdi. Gün geldi, ğabeyleri iş için İstanbul'a gittiler. Gitmeden önce ona güzel bir bağlama yaptırıp hediye ettiler. Kendi kendine ve amcalarının da yardımıyla bağlamayı öğrendi. Ağabeylerinin yokluğunda gâh kardeşiyle, gâh bağlamasıyla dertleşiyordu artık. Sevincini de tellere döküyordu, gözyaşlarını da...Bir gün bir tüfek sesiyle yerinden sıçradı. Küçüklüğünden beri zayıf bedene ve zayıf bir bünyeye sahipti. Harmandan gelen ses, kardeşinin temizlerken kendisini yanlışlıkla vurduğu tüfeğin sesiydi. Harmanda kıyamet koparken o yetişmeye çalışıyor, yapamıyor, ulaşamıyordu. Bin ah etti, bin sövdü. Elinden hiçbir şey gelmedi.
Ablasını uzak diyara gelin etmiş, ağabeylerini gurbete uğurlamışken tek yareni olan on yedilik yağız kardeşini de toprağa vermişti artık...
Büyük ağabeyi İstanbul'da düzenini kurmuş, kardeşini almaya köye gelmişti. Kardeşini iyileştirecekti. Çalıştığı hastanenin en iyi hekimlerine gösterecekti. Despot baba kaderci yaklaşsa da ağabey pes etmedi. Istanbul'a götürdü kardeşini. Evin en güzel yerine yerleştirdi biriciğini. Hiçbir zaman yanından ayırmadı. Hekimlere gösterdi, hastane hastane dolaştı fakat artık çok geçti. Her kapıdan boyun bükük döndüler. Hastalığı günden güne artmış geri dönülemez bir hal almıştı.
O, daha 20sindeydi. Bir daha yürüyemeyecekti. Fakat ağabeyi neeeye giderse gitsin sırtında taşıdı onu. Bir gecekondu bahçesinde yengesi ve yeğenleriyle, yeğenlerinin çocuklarıyla mutlu bir yaşam sürüyordu. Eğleneceği, kafa dağıtacağı çok şeyi vardı. Her şeyden önce; mutluydu. Büyük ağabeyinin büyük oğlu ve küçük ağabeyinin kızı evlenmişlerdi. Gecekondu bahçesinde bulunan üç evden biri o yeğenlerinin eviydi. Yeğenleri O'nu kendi evlerine aldılar ve ölene dek bakacaklardı. İki yeğeni, ve yeğeninin 3 çocuğuyla güle oynaya geçiyordu günleri.
Ve yeğenlerinin bir gün dördüncü çocukları meydana geldi. Bambaşka bir bağ ile bağlandı o yavrucağa. Tostoparlak, pembe bir oğlandı. Yanından ayrılmadı onun. Yavrucak da O'nun yanından ayrılmadı hiç. Beraber büyüdü büyük amcasıyla. Yavrucağın annesi bahçeyle, üç evin işleriyle, amcası olan kayınpederi ve kayınvalidesiyle ilgilenirken, O, yavrucakla, yavrucak da onunla geçiriyordu günlerini...
Devamı gelecek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Papatyadan Yüzük
Non-FictionBu kısa ve gerçek hikayem; dünyasını değiştirmesiyle rengarenk hayatımı matem siyahına bürüyen raşitizm hastası büyük amcama ve tüm raşitizm hastalarına ithaf olunur. 17 Mart 2006... ∞