Yüzler, gülüşler ve daha bir sürü şey.
Bazı şeyleri anlamak da dillendirmek de zaman ister. İster acılarımız olsun ister sevdiğimiz şeyler, kabullenmek belki de insanoğluna en ağır gelen eylemdir.
Zamanın bize neler göstereceğini bilemeyiz, bilgisizlik belki de bu durumu daha da vahim hale getirir giderek hırçınlaşırız. Fakat bir yandan da şunu düşünürüm hep; bilinmeyenler olmasa heyecanımı da dirayetimi de ayakta tutacak o destek çubuğu ne olacak?
Durgun bir hayat sürerken kendimi hep 'Benim yaşamım bu!' 'Bana iyi gelen hayat bu!' diyerek kandırdım. Çünkü bana verilen hayattan başka bir şey bilmiyordum. Belki bilsem, bu kadar çok bağlanmazdım; aşktan da canımın yanmasından da bu kadar çekinmezdim.
İkinci kişi olmak, sevdiklerimin arkasını toplamak, her zaman korumak istediğim birine aşık olduğumu zannetmekle başladı benim hikayem.
Hyunjin'e kör kütük aşık olduğumu sandığım her an aslında gerçek hislerimden kaçıyordum.
Hyunjin güzel, alımlı, zeki ve beni anlayan biriydi. Duygular konusunda biz birbirimize öylesine benziyorduk ki. O da gerçek hislerinden Chan sayesinde kaçmış, kendine olan savaşını duygularının arkasına saklamıştı.
Chan'in gidişiyle ikimiz de duvarlarımızı birbirimiz için yıktık, Seungmin'e olan duygularımdan önce en büyük yalanım olan Hyunjin'le yüzleştim.
Hyunjin de ben de aslında birbirimize arkadaştan öte duygulara sahip olup aynı zamanda asla birer sevgili olamayacağımızı biliyorduk.
Hyunjin'i seviyordum, özeldi benim için. Ama içimi yakan bu hissin sahibi o değildi.
Aşık olduğumu sandığım onca anda aşka hakaret ettiğimi fark etmem Seungmin'in gidişiyle olmuştu.
Dediklerini düşünüp durdum o gittikten sonra. Delirmenin eşiğine gelmiştim. Hayatta ilk kez çaresiz hissetmiştim. Beni terk eden onlarca insanın izlerini ilk kez daha derin bir yarayla örtüyordum.
Öyle ki zekam, mantığım her şey devre dışıydı. Attığım adımı dahi göremiyordum.
Görmeyen gözlerle olmayan birini arıyordum. Kendi içimde kendimi kaybetmiştim, Seungmin sanki beni alıp götürmüştü çünkü ne kendimde ne de içimde Seungmin'den başkasına rastlayamadım.
Şimdi arabanın camından yansıyan yüz bile bana ait değil gibiydi.
Elime değen elle irkilip yan tarafıma döndüm. Felix hafif endişeli gözlerle bana bakıyor aynı zamanda ufak bir gülüş belirginleşmiş çillerine eşlik ediyordu.
"Uyu biraz istersen, ben gelince seni kaldırırım."
Felix'in omzuna yatarken gözlerimi camdan ayırmadım.
Hyunjin'in attığı adrese doğru ben, Felix, Chan ve Minho apar topar yola çıkmıştık.
Kafam yerinde değildi o yüzden arabayı Chan sürerken onun ve benim dışımda ehliyeti olan tek kişi de -Minho- öne oturmuştu.
Boş gözlerle arabadakileri süzdüm. Yine de kendime rastlayamadım, daha önce de dediğim gibi ben kendimde değildim, arayıp arayıp bulamıyordum.
Gözümün önüne Seungmin'in yüzü gelip duruyordu sürekli. Başlarda canım yanıyordu çünkü dokunamayacak olsam bile en azından nerede olduğunu biliyordum. Nereye gitmem gerektiğini.
Sabahları yan amfimde, ders çıkışlarında kursta, akşamları evimdeydi Seungmin. Geceleri rezalet çıkardığım yurdunda...
Ve çok sonraları fark ettiğimde aynı zamanda benim kontrolümdeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beginning and eternity. seungbin
Fanfiction-Hikayemiz nerede başladı? -Bence hikayemiz öfkeyi unutmak üzere verilmiş bir sözle başladı. [seungbin] [eternity and a day]