Navigasyonun gösterdiği yere ulaştığımda telefonumu kilitleyip çantamın ön gözüne attım. Kaç keredir sakin olmamı söyleyip hızla çarpan kalbimi yavaşlatmaya çalıştığımı hatırlamıyordum. Önünde durduğum kapı, sohbet ekranında konum attığından en üstte duran isim, tüm bunların sahibi Asil'in taa kendisiyken sırıtarak etrafta çığlık atmadan koşturmama nasıl engel olabilirdim ki?
Zile basıp açmasını beklerken ayağımı ritmik bir şekilde yere vuruyordum. Kapıyı arkadaşlarından biri açtığında, "Selam," deyip hafif geri çekilip içeriyi işaret etti. Kıvırcık kahverengi saçlarıyla şapşal bir görünüşü vardı. "Selam."
Asil'in, "Kimmiş?" diye bağırmasıyla, "Kurtarıcı meleğimiz," diyen çocukla beraber salona girdim. Asil ve geçen gün arabada tanıştığım arkadaşı Deniz'in ellerinde Play Station kolları vardı ve onların dışında kalan bir kişi de büyük bir heyecanla televizyona kilitlenmişti. Bu dörtlü genelde birlikte takılıyordu ancak Asil ile Deniz daha yakınlardı.
Kıvırcık saçlı çocuk kendini boş koltuğa bırakıp ekranda yetişemeden koşuşturan adamlara, arada patlayan silah seslerine odaklandı. Göz devirip sesimi yükselttim. "Size de merhaba!"
Asil yüzünü bana çevirmeden, "Eee," diye mırıldandı. "Kağıtlar masada, yapılacaklar yazıyo—YUH LAN ŞEREFSİZ NEREDEN ÇIKTIN ÖYLE!"
Deniz'in kıkırtısıyla kaşlarımı olabildiğince çattım. "O kolu yedirteceğim oğlum sana!"
"Fazla gaza gelme istersen," dedikten sonra büyük bir gürültü koptu. "Çünkü her zaman ben kazanırım."
Deniz elindeki kolu sehpaya bırakırken, "Elbet bir yerde kaybedeceksin," diye mırıldandı. Asil Deniz'i duymazdan gelip kıvırcık arkadaşıyla beşlik çaktı. O sırada ekranda skor tablosu çıkmıştı, kazanan Asil'di.
Çantamı yemek masasının bir sandalyesine bıraktım ve masadaki kağıda bir göz attım. Bir film izlenecek, filmde geçen bilinmeyen kelimeler çıkartılacak, filmin bir karakteriyle röportaj yapılacak ve konusu kısaca yazılacaktı. Elimdeki kağıtla beraber Asil'e döndüğümde diğer arkadaşıyla yer değiştirmek üzere olduğundan göz göze geldik. "Beni neden buraya çağırdın ki?"
"Dur bir düşüneyim, acaba neden? Ödev için herhalde!"
"Ödevin ne olduğu hakkında ufacık bir fikrin var mı?"
Dudak büzüp düşünür gibi yaptı. Şu an günümü boşu boşuna harcadığı için ona kızmam gerekirken tatlı surat ifadesi buna engel oluyordu. Ciddi kalamamaktan nefret ediyordum. "Hayır, yok. Çünkü ben yapmayacağım."
"Harika," diye mırıldandım. "Bir film izlenmesi gerekiyor. Benim burada yapacak hiçbir şeyim yok. Ayrıca tüm ödevi üzerime yıkamazsınız." Bizi dinlemekte olan diğer üçlüyle de tek tek göz teması kurdum. "Her şeyi ben yaparsam fazla anlaşılır. Hocanın İngilizce seviyenizi az çok bildiğini tahmin ediyorum."
"Ben film izleme aşamasında yardımcı olabilirim."
"Ben de yiyecek ve içecek desteği yapabilirim."
Adlarını bilmediğim ikiliye sadece göz devirmekle yetindim. Asil, "Öyle konuşmadık," dedi kaşlarını çatarak. "Sen yapacaksın ben de sildireceğim. Tam olarak bu."
"Peki, sen bilirsin," deyip bıraktığım çantamı geri taktım. "Ben istenilen her şeyi yaparım. Hocanın inanıp inanmaması ya da vereceği notla ilgilenmiyorum sonuçta. Görüşürüz."
Dış kapıya yönelmiştim ki, "Kız haklı beyler, şerefsizliğe birkaç saat ara verin," diyen Deniz ile duraksadım. Ellerimi ince hırkamın ceplerine atıp dörtlüye döndüm. "Yani?"
"Yani... ne yapacağımızı konuşalım."
"Ben de pizza söylüyorum. Hayvan gibi acıktım, yersin değil mi?" Cevap vermemi beklemeden kıvırcık saçlı çocuk salondan çıktı.
"Gelsene." Deniz bir koltuğu işaret ettiğinde yavaş adımlarla gidip tekli koltuğa oturdum. Asil eski yerine geri geçerken sinirli bakışlarını yüzüme çıkardı. Onu görmezden gelip ellerimle oyalanmaya başladım. Beni hem kendisi buraya çağırıyor hem de sinirleniyordu. Önce yüzünü bile görmek istemiyorum diyor, sonra saçma bir neden yüzünden bir anlaşma teklif ediyordu. Gerçekten derdi neydi? Önemsemediği her halinden belli olan bir ödev mi yoksa boktan bir okul sitesinde yayınlanan, ona hiçbir açıdan zarar vermeyecek bir yazı yüzünden miydi? Birçoğunun onunla beni uygun bulmadıkları için haberi ciddiye almayacağını, sanki orada sadece benim adım yazıyormuş gibi Asil'le ilgilenmeden benim üzerime geleceklerini biliyordum. Popüler çocuklar böyleydi. İnsanlar da asla değişmezdi zaten, görüşleriyle bir başkasınınki uyuşmadığı zaman kendilerinde yargılayabilme hakkı bulurlardı.
"Eeee, ne yapıyoruz şimdi?" Ortamı bölen sessizlikle gözlerimi kırpıştırıp daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Asil, "Pizzanın gelmesini bekliyoruz tabii ki de Can," dedi. "Alper malı gidip kendi alsa daha çabuk gelirdi ya."
Alper dediği bana kapıyı açan kıvırcık saçlı çocuk, Can da diğeri oluyordu bu durumda. Tam o sırada kapı çalmış, Alper elinde pizza kutularıyla içeri giriyordu. "Pizzalar geldi!"
"İçecek istettin mi lan?"
"Durun, dolapta olacaktı."
"Tabak, bardak falan da getir."
"Oldu paşam, başka bir arzun?"
"Sana yardım edeyim." Çantamı oturduğum koltuğa bırakıp Asil'in peşinden mutfağa girdim. Buzdolabına yönelmişken, "Bardaklar nerede?" diye sordum.
Kola ile Ice Tea çıkartırken bana bakmadan, "Üstten ikinci dolap," dedi. Dediği dolabı açıp beş bardak çıkarttım. Tezgahta duran tepsiye bardakları yerleştirirken Asil de başka bir dolaptan tabak çıkarmıştı.
"Gerçekten haberi sildireceksin, değil mi?"
Asil tepsiye uzanırken sorumu duyduğunda duraksayıp bakışlarını yüzüme çıkardı. "Bu neden bu kadar önemli?"
"Çünkü rahatsız edici ve saçma." Biraz bekledikten sonra, "Ayrıca beni kandırıyormuşsun gibi hissetmem sence yersiz mi? Bana onca şey söyledikten sonra?" diye asıl düşüncelerimi ekledim.
Nefesini seslice dışarı bırakıp tepsiyle beraber doğruldu. "O onca şey hala doğru. Senin gibi ben de dayanmaya çalışıyorum. Var aklımda bir şeyler, halledeceğim. Kendime işkence etmekten hoşlanmıyorum, merak etme."
"Nerede kaldınız, pizzalar buz gibi oldu." Deniz mutfak kapısının önünde belirdiğinde Asil bana son bir bakış atıp, "Geldik işte, altı aylık mısınız," diye bağırıp içeri girdi.
Deniz ile aynı anda içeceklere uzandığımızda başımı kaldırıp ona baktım. "Ben hallederim."
"Sen iyi misin?"
Sorusunun çok saçma olduğunu göstermek için yüzümü buruşturdum. "Neden iyi olmayayım?"
"Üzgün görünüyorsun."
"Yanılmışsın."
"Peki," diye mırıldanıp içecekleri elimden aldı ve mutfaktan çıktı. Arkasından giderken bulanıklaşan etraftan gözlerimin dolduğunu anlayabiliyordum. Ortalama bir yaşına basmış bebekleri de çok iyi anlıyordum. Yürümek için ayakları yere bastığı gibi anında popolarının üzerine düşmüş oluyorlardı. Bir daha, bir daha ve bir daha... Hep aynı mutsuzlukla olduğu yere düşmenin, bedeni ayakta tutacak gücü bulmakta zorlanmanın nasıl acı verdiğini çok iyi biliyordum.
Acımasız sözlerin sahibi yüzünden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
milyon yıldız içinde soluk mavi bi nokta ~texting
Short StoryAptal: Biliyor musun Aptal: Baksan görürdün Aptal: Ama sen kötülüğe öyle yoğunlaşmıştın ki sana sevgiyle bakan tek bir kişiyi hiç fark etmedin 27.11.20