The End
Calista Riddle'a bir cenaze yapılmadı.
Ölümü bir sır gibi saklanıyor olmasa da göze de sokulan bir şey değildi. Sanki hiç olmamış gibi davranılıyordu.
Oysa Calista Riddle ne değerliydi Ölüm Yiyenlerin gözünde. O gerçek bir Slytherin'di, onların prensesiydi. Ve şimdi ölmüştü. Neden öldüğünü bile bilmiyordu kimse.
"Kızımı öldürdün." dedi Celeste mavi gözleri çakmak çakmak yanarken.
"Yanlış." dedi Tom oldukça rahat bir tavırla. "İsteğini yerine getirdim."
"Sen benim kızımı öldürdün!" diye haykırdı Celeste ve onu göğsünden itti. "Onu mahvettin!"
"Bu benim için kolay mıydı sanıyorsun Celeste?" Tom'un gözleri öfkeyle koyulmuştu. "Kızımızın acı çekişini izledim ve bana kendisini öldürmem için yalvarışını!"
"Bunu ona sen yaptın!" Celeste acısından aklını oynatacak gibiydi. "Onu hayatının içine zorla soktun ve sonucunda öldürdün!"
"Onu öldüren şey o Yoldaşlık denen kişilerdi! Kızımızın düğününü mahvettiler ve onu değer verdiği kişilerden kopardılar!"
Celeste gözleri dolu dolu Tom'a baktı. "Elini attığın her şeyi mahvediyorsun."
"Tıpkı seni mahvettiğim gibi değil mi?" Tom, kadına yaklaşıp onu yanaklarından kavradı ve gözlerine baktı. Derin bir okyanus kadar mavi gözleri vardı.
"Nasıl de biliyorsun." dedi Celeste Impavi öfkeyle tıslayarak.
"Son bir kez daha seni mahvedeceğim Celeste."
Sarışın kadının mavi gözleri şaşkınlıkla süslendiğinde Voldemort ondan uzaklaştı ve asasını çekip "Avada kedavra." dedi. Teklemedi, beklemedi. Celeste'e karşı koyma şansı bile bırakmadı.
Celeste'in son şaşkın bakışları içine otursa da bunu da belli etmedi. Güzel kadının cansız bedeni yerde yatarken ona baktı ve yutkundu. "Özür dilerim."
Aşk ve sevgi bir zayıflıktı. Onu amaçlarından uzak tutan bir zayıflık... Ve Voldemort için amaçtan daha değerli hiçbir şey yoktu. O da amaç için elinden geleni yapmaya karar vermişti.
Onu geri tutan şeylerden kurtulmak gibi.
Canı acıyordu, yalan söyleyemezdi. Kızını da takdir ettiği tek kadını da ölüme teslim etmişti ancak yapılması gereken şey her zaman yapılmalıydı.
Kolunu açıp parmağını Karanlık İşaret'e bastırdı ve bir saniye sonra karşısında Lucius Malfoy duruyordu. "Lordum!"
Tom gözleri hala Celeste'in üzerinde "Malfoy, cesedi götür." dedi.
Lucius başını eğip cesede baktığında Celeste Impavi'yi gördü ve şaşkınlıkla kaldı. Fakat bu şaşkınlığı uzun süremezdi, lordunun emrine uyarak kadını asasıyla havaya kaldırdı ve dışarı çıktı.
Tom son kez Celeste'in dalgalı sarı saçlarına baktı, kalbindeki sızı onu iyiden iyiye ele geçiriyor olsa da dik duracaktı. O Karanlık Lord'du. Yenilmezdi.
Yukarıdan gelen adım seslerini duyunca başını çevirip merdivenlere baktı Voldemort. Oğlu Alexander, iki tane sandığı sürükleyerek aşağı inerken onu izledi.
"Bir yere mi gidiyorsun Alexander?"
Oğlanın ela gözleri, babasının yeşillerine döndü. "Evet." dedi. "Fransa'ya gidiyorum."
Tom'un kaşları kalktı. Impavi kadınlarının oğluna düşkünlüğünü biliyordu ve onu özgür bırakmaya yemin etmişti bir tanesine. Kendi kızına.
"Biliyorum." dedi Voldemort. "Aradığını orada bulmanı ümit ederim Alexander."
Oğlan babasına merakla baktı. Calista öldüğünden beri birbirleriyle hiç iletişim kurmamışlardı. Alexander onu affedemiyordu, en değer verdiği insanı öldürmüştü babası ve hiçbir pişmanlık belirtisi göstermiyordu.
"Cidden mi?" Böyle saçma bir soru ağzından fırladığı için kendini gülünç buldu Alexander ancak yapacak bir şey yoktu, soru sorulmuştu bir kere.
"Elbette." dedi Voldemort oğluna birkaç adımda yaklaşarak. Şimdi karşı karşıya duruyorlardı. "Sizi yanımda tutmaya çalışırken daha önem teşkil eden bir şeyi unuttum Alexander. Yaşamınızın önemini. Calista'yı kaybettik ama sen hala yaşayabilirsin."
Oğlan, kız kardeşinin adı anılınca gözlerini yere çevirip kendini sakinleştirmeye çalıştı. Canının acımaması için elinden geleni yapsa da canı acımaya devam ediyordu.
Onu tek teselli eden şey Calista'nın nihayet huzur bulmuş olmasıydı.
"Teşekkürler." dedi Alexander yalnızca.
Tom cüppesinin içindeki zarfı çıkarıp oğluna uzattı. "Bu zarf, sana yeni bir hayata başlaman için gerekli olan her şeyi sunuyor. Yeni bir isim, Fransa'daki bankaya yatırılmış yüklü miktarda galleonlara ulaşmanı sağlayacak anahtar, güvenli evinin anahtarı..."
Alexander zarfı eline aldığında zarfın içindeki anahtarlar şıngırdadı. Oğlan babasına baktı yeni bir gözle. Şaşkındı, babası hayatında ilk kez onu düşünüyordu ve Alexander için bu paha biçilemez bir andı.
"Hayatını yaşa oğlum." dedi Voldemort. "Bir gün fikrin değiştiğinde gelip beni bulacağına inanıyorum."
Alexander hiçbir şey söylemedi. Babasını bir daha asla görmek istemediğini, onun işlerinden nasıl soğuduğunu, tek isteği Calista ve Christian ile huzurlu bir hayat sürmekken nasıl her şeyin yerle bir olduğunu ve daha nicesini anlatmadı.
Sadece babasına baktı ve hafifçe başını salladı. Tom, elini oğlunun omzuna koyarak onun gözlerinin içine baktı. "Sen benim kanımsın Alexander. Beni nerede olursan ol gururlandır."
"Elbette lordum." dedi yakışıklı büyücü elindeki zarfı sıkı sıkıya tutarak. Bir an önce gitmek istiyordu.
Elizabeth merdivenlerden gözleri yaşlı bir şekilde inerken baba ve oğul arasındaki an bölündü ve iki Riddle kadına baktı.
Elizabeth kahverengi gözlerinden akan yaşları sildi ve oğluna sarıldı sıkı sıkı. "Ah Alexander..."
Bu, Fransa'ya gitme sevdasının nereden geldiğini anlayamamıştı Elizabeth ancak oğlunu mutlu etmek için elinden geleni her zaman yapacaktı. Eğer başka bir ülkede, tüm bunlardan uzakta mutlu olacaksa Elizabeth gitmesine karşı çıkacak değildi.
"Ağlama anne." dedi Alexander ondan uzaklaşırken. Kadına gülümsedi ve babasına döndü. "İzin verirseniz King's Cross'a gitmeliyim, trenim geliyor."
"Elbette." dedi Tom ve onu azat etti.
Alexander gözlerinden uzaklaşırken Elizabeth gözyaşlarını sildi ve karşısında duran adama döndü. "Teşekkürler lordum."
Tom kaşlarını kaldırdı sebebini anlamamış gibi. Elizabeth gülümsedi. "Alexander'a yaptığın şey için."
"Calista'yı kaybettim Elizabeth. Kanımın bir parçasını daha kaybetmeyeceğim." Kadın gerçeği bildiği için adamın samimiyetinden şüphe duyuyordu.