Dominik

4.5K 254 101
                                    

Gecenin geç saatlerinde sokakta sadece evsizler vardı.

Marmares her geçen gün ülkenin dört bir yanından göç alıyor ve evsizlerin sayısı da günden güne artıyordu. Bu yüzden sıradan bir insan için bu saatte dışarı çıkmak çok tehlikeliydi.

Ama Dominik için gündüz vakti dışarı çıkmak, geceleri dışarı çıkmaktan çok daha tehlikeliydi.

En azından geceleri tanınma ihtimali daha azdı. Lanetli bir genç karınlarını doyurmayacağı için evsizler onunla ilgilenmiyordu.

Çoğu zaman.

Rüzgâr pelerininin eteklerini uçururken kütüphaneye ilk geldiği zamanlar ne kadar üşüdüğünü hatırladı. Şimdi o günler gerçekten de yıllar öncesinde kalmış gibi hissettiriyordu.

Köprünün diğer yanında, eski şehrin en kalabalık meydanlarından biri vardı.

Cebindeki son kuruşu meydanın ortasındaki kurumuş havuza atarken bakır paranın zeminde çıkardığı ses kulaklarını çınlattı.

Ellerini tekrardan cebine sokarken terk edilmiş meydan boyunca yürüdü. Önünde birkaç kişi belirince adımlarını hızlandırdı. Başı eğik yürüdüğü zamanlarda etrafındakilerin varlığını adım sayılarından tanımayı öğrenmişti.

Bu gece şans, eğer öyle bir şey varsa, ondan yanaydı. Kimse ondan tarafa bakmadı, o meşhur kelimeyi fısıldamadı.

Belki de şans gerçekten vardır. Sadece geçen altı senede Dominik'in tarafına uğramamıştı. Bu şansın var olmadığı anlamına gelmezdi, değil mi?

Yavaşça iç çekerken Hanlar Sokağı'nın ışıklarının yansıdığı taşları izledi. Bazı günler başını hiç kaldırmamasına rağmen birileri onu tanırdı. Zaten birinin tanıması demek, sokaktaki diğer herkesin ona dönmesi anlamına gelirdi.

Madem ona bu kadar meşhur bir isim verilmişti, onu bu şöhretten koruyacak özel bir başlık da yapılmalıydı. Belki eski zamanlardaki o süslü maskelerden birini takabilirdi. Muhtemelen de maskeli yüzü kendi yüzünden daha az dikkat çekerdi.

Kütüphaneden çıktığı günler -geceler- bir elin parmağını geçmezdi ama nasılsa insanlar onun neredeyse yarısını gördükleri yüzünü tanıyordu. Oysa yüzünü en son bundan altı sene önce saraydan ayrıldığı gün görmüşlerdi.

Hanlar Sokağı ölmüş şehrin ayakta duran tek yeriydi. İnsanlar sokaklarda gülüşerek yürüyor, sarhoşlar sesli bir şekilde konuşuyordu. Işıklı hanların birkaçından da eski şarkıların tatlı sözleri duyuluyordu.

Buz gibi havaya rağmen sokaklarda oturan onlarca insan vardı. Dominik onların arasında hızlıca yürüyüp hanların karşısına geçti. Sırtını eski dükkanlardan birinin duvarına dayadı. Üzerindeki eskimiş pelerin ve başlığıyla o da en az diğerleri kadar evsizdi.

İlk kez kendinde insanların arasına karışacak cesareti bulduğunda on yedi yaşındaydı. Sorsalar, o yaşına kadar korkuyu defalarca öğrendiğini söylerdi. Ama o gün korkudan yol boyunca dizleri titremişti.

Korktuğunu itiraf etmek kimse için kolay değildi. Ama Dominik o gece korktuğunu sadece kabul etmemiş, korkmak hoşuna gitmişti. Artık günün güneşin batmasıyla değişmediği hayatında değişmemesine rağmen kalbini titretebilecek bir şey bulmuştu.

Hayatında tahmin edemediği tek şeydi ölüm. Geri kalan her şey aynıydı. Hep aynıydı.

Her an sağına soluna bakarak Hanlar Sokağı'na geldiği günün üzerinden üç yıl geçmişti. O zamana kadar saraya gittiğinde mutlaka yanında biri olur, Dominik yol boyunca yeri seyrettiği kadar ona eşlik eden savunucunun kılıcını da seyrederdi.

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Där berättelser lever. Upptäck nu