Kolumdan tutup beni adeta sürükleyerek getirdiği Cadı'nın evine baktım. Kocaman cilt cilt kitapların olduğu bir kitaplık vardı. son zamanlarda gördüğüm en eski yerlerden biriydi. etrafa kulübenin tam ortasında bulunan bir küre sarı ışık yayıyordu. tam olarak ne işe yaradığını bilmiyordum ancak sanırım enerji veren bir şeydi çünkü ona yaklaştığım anda beni sürükleyen çocuk 'Sakın ona dokunma' ikazı vermişti.
ortam benim için çok güzeldi. Şu bahsettiği cadı kimdi öğrenebilseydim daha da güzel olurdu, çünkü burada bir kediden ve şu çocuktan başka kimse yoktu.
'evet kim bu cadı?' artık sıkılmaya başlamıştım çünkü deminden beri tek yaptığımız şey etrafa bakmaktı.
'karşında duruyor işte '
'cadı sen misin?' göz ucuyla bana kediyi gösterdiğinde önce anlamadım. benden bir kedinin cadı olduğuna inanmamı beklemiyordu umarım.
'kedi mi cadı? ayrıca adın ne ? çünkü içimden sürekli beni sürükleyen çocuk diye bahsediyorum da senden'
kısa bir kahkaha attı. ''içinde benden niye bahsettiğini sorabilir miyim?''
''sence? etrafımdaki kimsenin beni görmediğini söylüyorsun ve sonra beni buraya getiriyorsun bence içimde senden bahsetmem gayet normal.''
''Cliff''
'' anlamadım?''
'' adımı sordun ya Cliff''
''ha şey tamam'' bir süre durdum. ve sonra aklıma neden burada olduğumuzu sormak geldi . ancak tam soracağım anda karşımızda oturan kedi gözlerini kırpıştırdı ve bir insana dönüştü. Bir dakika ya, bu benim sokakta gördüğüm kedi değil miydi?
''sanırım beni soracaktın''
masmavi gözleri okyanus gibiydi kafasında cadılara özgü şapkalardan saçları beyaz bir ağacın dalları gibiydi. upuzun siyah elbisesi ve narin parmaklarıyla çok güzeldi.
''evet bilmediğim bazı şeyler varmış da morlicasa falan orası neresi ve neden insanlar beni göremiyor duyamıyor ya da hissedemiyor?''
onaylarcasına başını salladı. Yavaşça şu bahsettiğim küreye yaklaştı ve parmaklarını kürenin etrafında yavaşça açtı yavaş yavaş şekiller ortaya çıktıktan sonra anlatmaya başladı.
"bundan 20 yıl önce-bu morlicasa'da 200 yıl demek-Dünya'dan 100 ışık yılı kadar uzaklıkta tam ortasından ikiye bölünmüş bir gezegen vardı. Pathonia ve Morlicasa... Pathonia diyince aklıma sadece ölüm geliyor nereye baksam simsiyah her gördüm her insan ölüme susamış gibi sanki, mutsuzluğa mahkumlarmış gibi."
Pathonia'nın nasıl bir yer olduğunu yaptığı hareketler yüzünden anlamamak imkansızdı. İnce parmaklı ellerini kocaman açıp küredeki canlandırmayı görüyordum. Pathonia da hava kapkara bulutlarla kaplıydı. Etrafta gördüğüm normalde yeşil olması gereken bitkiler bile siyahtı.
Pathonialılar ince ve uzun keskin dişleri bu bana izlediğim filmelerdeki vampirlerin dişlerini anımsatıyor. normalde beyaz olması gereken kısmı kırmızı ve ortası siyah parlak gözleriyle içimi ürpertiyorlardı. parmakları birbirine yapışıktı ten renkleri fazla soluk bembeyazlar. Ayrıca kolları bir yılan gibi kıvrım kıvrım hareket ediyor.
Ama yine de.. yine de cadının garip hareketlerini gerektirmez bence.
"Ama ya morlicasa ya morlicasa orası cennet gibi... herkesin yüzünden mutluluk akıyor garip bir büyüleyiciliği var yeşil mor ve mavi oraya bu renkler bahşedilmiş. gökyüzü sürekli renk değiştiriyor o anki ortamın ruhuna göre ama çoğunlukla pembe mor mavi ve yeşil gibi renklerde kalıyor çünkü orası hiçbir zaman kötü bir ruha geçmez."
YOU ARE READING
Contairen
Fantasyolivia okula giderken kendi cesediyle ve morlicasa adlı bir ülkeden geldiğini iddia eden bir çocukla karşılaşır aniden kendini başka bir gezegende ve savaşan ülkeler arasında bulan olivia şimdi ülkesinin sırlarını çözmeye çalışıcak...