IV

1.9K 142 136
                                    

Daha önce hiç bir akvaryumun önünde çömelip içindeki süs balığı ile göz göze geldiniz mi? Sadece size bakıp sürekli ağzını açıp kapatarak “gulp” sesi çıkartır. Yani çıkarttığı sesi duyamazsınız ama çıkartmaya çalıştığı sesin öyle bir şey olduğunu biliyorum. Ama suyun altında duyabilseydik balıktan çıkan sesin o olduğunu görürdünüz. Asıl konuya dönersek, şu an herkesin bana nasıl baktığını tarif etmenin tek yolu bu, özellikle Namjoon. Ağzını sürekli açıp diyecek bir şey bulamayınca geri kapatıyordu. Aslında “gulp” sesini ondan duymayı bekliyordum ve duyamayınca hayal kırıklığına uğramıştım.

Başımı saate bakmak için çevirdim. Saatin üç olmasına dört dakika kalmıştı. Üç olduğu zaman aptal grup terapisi bitiyordu ve gitmekte özgürdüm. Sandalyemde geriye yaslanıp kollarımı gevşettim ve saati izlemeye devam ettim. “Neden olmasın?” diye düşünerek saniyeleri saymaya başladım. Saatin yanlış olması beni rahatsız etmişti. Her dakikada saat sadece 59 saniye saymıştı. Bir saniye eksikti. Bu demek oluyor her 60 dakikada bir, saat toplam 60 saniyeyi kaçırıyordu. Bu saat yıllardır burda duruyor. Ne kadar zaman kaybettiğini hayal bile edemiyorum.

Eğer her dakikada bir saniye eksikse, her saat bir dakika eksik demek oluyor. Bir günde de 24 dakika eksik ve bu saat, haftada 168 dakika kaybediyor demek. Siktir yani bir yılda (hızlıca kafamda yaptığım hesaplamaya göre) toplamda 8736 dakika kayıp. Yani burda yaşadığım 2 yıl 6 ay 12 gün 11 saat ve 34 dakika boyunca ben böyle sikik bir yerde zamanımı kaybediyorum-

“Taehyung!”

Düşünce trenimin kabaca bölünmesiyle yerimden sıçradım. Kaşlarımı çatarak boynumu döndürdüm ve Namjoon’a baktım. Neyse ki kendini toparlamıştı ve bana artık aptal süs balığı gibi bakmıyordu. Tek kaşımı “Ne var?” der gibi kaldırdım. Bir süre bana baktıktan sonra Jungkook'a döndü. Sandalyeme yığılıp kollarımı sıkıca önümde birleştirdim. Sabırla ilgisini tekrar bana vermesini bekliyordum.

Tekrar saate döndüm. Tam olarak 3’ü gösteriyordu. Mükemmel. Çıkış zamanı. Yerimden sıçradım ve odadan dışarıya saptım. Sonunda oradan çıkabildiğim için çok mutluydum. Hayvanat bahçesindeki hayvanların ne hissettiğini şimdi daha iyi anlıyordum.

Daha 10 metre bile yürümemişken gürültülü bir çarpma sesiyle yerimden sıçradım. Sesin geldiği yere bakmaya başladım. Batı kanadında olduğumu fark etmem birkaç saniyemi aldı. Batı kanadı bu binanın en eski ve en zayıf olanıydı. Onların zorlanmadan girebileceği bir yerdi. Ortaya çıkmıştım. Çenemi kapalı tutmam gerektiğini biliyordum. Sesimi takip etmişlerdi ve şimdi beni almaya gelmişlerdi. Geriye doğru bir adım attım. Kaçmam gerektiğini biliyordum ama vücudum hareket etmiyordu.

Batı kanadındaki herkes kendi odasından çıkmıştı ve benim gibi gürültülü sesin geldiği yöne bakıyorlardı, ama birazdan olacaklardan habersizlerdi.

Seokjin kaşlarını çatıp sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Hoseok da peşinden gidiyordu. Onları uyarmaya çalıştım ama fark etmediler.

Onların kullanacağı iğneleri düşünmeye başladım. Yüzlercesini. Metal uçlarının tenimi deldiğini ve içindeki ilaçların kan dolaşımıma karıştığını hayal ettim. Daha sonra üstümde yapacakları sayısız kan testlerini ve deneyleri düşündüm. Beni makinelerle hayatta tutmaya çalışırken nasıl acı çekeceğimi... Bildiğim bütün her şeyi anlatmaya zorlayacaklar beni. Ama bilmelerine izin veremem. Bu yüzden beni daha fazla zorlayacaklar, bıçaklar ve testerelerle. Korkunç derecede keskin olan neşterle kafatasımı açıp beynimden bildiğim her şeyi alacaklar. Sonra da dünyanın sonu gelecek.

Bir süre sonra Seokjin ve Hoseok geri dönmüştü. İkisini de baştan aşağı süzmeye başladım. İkisi de ıslanmıştı. Garip.

“Çatı çökmüş.” Diye mırıldandı Hoseok ıslak botlarını sallarken “Yağmur, desteklerin düşmesine sebep olmuş.”

selenophileWhere stories live. Discover now