1

2.6K 180 243
                                    

Atlantis ona tükürüğünü içirse daha iyi olurdu.

"Atlantis benim," Nick pis pis sırıttı. "Bu arzun sadece tükürüğüm için mi yoksa diğer vücut sıvılarımı da-"

Louis onun kafasının üstüne bir tane çarptı. Öfkeden kudurmak için yeterince sebebi yokmuş gibi, bir de bu aptal hemen yanında olduğunu sürekli belli ediyordu; konuşuyordu, nefes alıyordu, yaşıyordu-

"Ben senin Tanrı'nım, biliyorsun," dedi Nick kibirle. "Şu an benimle tanışma şansı yakalamış olduğun için diz çöküp şükrediyor olman gerekiyor."

Louis bakışları ona dikili halde, dilinin ucuna kadar gelen her şeyi yuttu. Doğru söylüyordu. Bu nasıl oluyordu bilmiyordu ama yıllardır ne zaman olsa etrafında belirip canını sıkan Nick ve 18. yaş günü hediyesini almak için sarayına geldiği Atlantis aynı adamdı.

Louis buraya vardığı andan beri -ki yaklaşık yarım saat olmuştu- bir şeyleri yumruklamak istiyordu. Bu şeyin Nick- Atlantis'le bağlantılı herhangi bir şey olmamasını diliyordu. 18 yaşına girdiği gün bir deniz tanrısını yumruklayıp infaz edilmek gelecek planlarının arasında hiç bulunmamıştı.

"Benden ne istiyorsun?" diye sordu dişleri arasından, çünkü aptal Nick bir şekilde kafasından geçenleri biliyordu ve her geçen saniye sırıtışının genişlemesini izlemek Louis'nin yapmak zorunda kaldığı en rahatsız edici şeylerden biriydi.

Nick bir onu bir kendini işaret etti. "Senden ne isteyeyim ki ben?"

Louis burnundan soludu. "Gidiyorum o zaman."

Omuzundan arkaya baktı ve çıkabilmek için gözleriyle Nick'in özel bölmesine girdiği kapıyı aradı. "Bekle, bekle!" diye seslendiğini duydu Tanrı bozuntusunun. "Daha hediyeni vermedim!"

"Hediyem bu değil miydi işte?" diye sordu Louis. "Bir aydır seni görmüyorum. Hayatımdan çıkman değil mi hediyem?"

Nick elini göğsüne koydu ve incinmiş göründü. "Kalbimi kırıyorsun ama ufaklık."

"Ah keşke yapabilsem," diye iç çekti Louis.

"Tamam o zaman," dedi Nick, sonra sustu -ki o söz konusu olduğunda bu mucizevi bir andı- ve sadece... baktı. Öylece Louis'ye baktı. Nick'in gözleri Louis'nin vücut hatlarını, Louis'ninkiler ise onun bakışlarını takip etti. Ne olduğunu anlamaya çalıştı, ama fazla uğraşması gerekmedi çünkü sonra başıyla verdiği işareti takip edip sorgusuzca ona yaklaştı.

"Kolunu uzat," dedi Nick, Louis'nin dediğini yapmak yerine boş boş ona baktığını fark ettiğindeyse gözlerini devirdi ve Louis'nin sağ kolunu kavradı. Eli bileği ve dirseği arasında bir yere kapanmıştı.

"Ne-" Louis oradan dalgalar halinde yayılan sıcaklığı hissettiğinde onun kavrayışından kurtulmaya çalıştı ama kolunu bir milim bile oynatamadı. "N'apıyorsun sen ya?!"

Sorusuna bir cevap alamayınca bakışlarını kolundan kaldırıp Nick'e dikti ve-

Donup kaldı, gördüğü şey yarım saat önce, onun aslında Atlantis olduğunu öğrendiği andan daha şok ediciydi çünkü- o- gerçekten bir tanrıya benziyordu. İrisleri her geçen saniye aniden dönmüş oldu mavinin daha açık bir tonuna bürünüyordu, tenlerinin temas ettiği noktadan yayılan cılız ışık da öyle.

Bu nasıl mümkün olabilirdi? İğrenç Nick bir tanrıydı, herhangi bir tanrı da değil, adam Atlantis'ti. Bu da yetmez gibi an itibariyle Louis'ye bir şey yapıyordu- ya da veriyordu, her neyse.

Louis onun küçülmüş göz bebekleri ve beyaza yakın bir maviye dönmüş irislerine sadece birkaç saniye bakabildi, çünkü o an her ne kadar güçle dolu olursa olsun, kendini mahrem bir şeye tanıklık ediyor gibi hissetmişti. Bakışlarını indirdi ve bir şekilde her renge sahip olsa da -ki Louis bunu hiç karakteristik bulmazdı- kendisi mavili yeşilli mavi olduğunu düşündüğü kuyruğunun kalça kemiklerinin hemen altında başladığı yeri izledi ve bir an, sadece bir an kuyruğunun yerinde bir çift ayak görse ne olacağını düşündü.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Dec 29, 2015 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

in a crashing wave, baby, i'm your slave #LFESonbaharWhere stories live. Discover now