[10]

526 58 89
                                    

Satır arası yorum yaparsanız çok mutlu olurum, şimdiden teşekkürler :)

Beklettiğim için de kusura bakmayın, Azer'in ağzından yazmak beklediğimden zor oldu.


Azer

Merdivenlere doğru yürürken, Karaca'nın arkamdan seslenmesini istedim. Herhangi bir şey demesini. Söylediklerimin ne kadar aptalca duyulduğunu söylemesine bile razıydım. Haksız da sayılmazdı. Herhangi bir kadın bana birkaç günlük tanışmanın ardından 'sana aşığım' deseydi, arkama bakmadan uzaklaşırdım. Ama bu iki hikaye arasındaki fark, Karaca'nın herhangi bir kadın veya benim herhangi bir adam olmayışımdı. 

Tanıdığı adam, Azer Kurtuluş maskesinin altında tanıdığı, teşkilattaki herkesin tanıdığını sandığı adam da bir illüzyondu. Mesleğimde büründüğüm onca rol gibi, herkesin gözünde de başka birine bürünmüştüm. Bir düşününce, gerçekten beni tanıyan kimse yoktu. Bir adam vardı, ki o da mezardaydı. Benim kendi ellerimle koyduğum mezarda.

Nasıl bu kadar hızlı aşık olduğuma dair hiçbir fikrim olmadığı gibi, bunu ona nasıl söylediğimi de bilmiyordum. ''Gerizekalı, tutamadın çeneni.'' desem de kendime, pişman değildim. Onu korkutmuştum ve profesyonel olarak da bombok durumda bırakmıştım ikimizi; ama bundan daha az pişman olduğum çok az seçim vardı. Dün, kendisi vurulduğunun farkında olmadan bana bakarken, kanımın çekildiğini hissetmiştim. Onu Fikret'in yanına verip direksiyonun başına geçtiğimde hissettiğim vicdan azabını başkalarını öldürürken bile hissetmiyordum. Sirel işini yaparken ve gözlerimi Karaca'dan çekemezken de; her şeyin ne kadar farklı olabileceğini düşünüyordum.

Ben böyle bir adam olmasaydım, bu kadar yaralı bir adam olmasaydım, bu mesleği yapmıyor olsaydım; ve biz başka bir yerde karşılaşsaydık onunla. Markette meyve seçiyor olabilirdi, aynı elmaya uzanabilirdik. Kesin bir şekilde sohbet başlatırdım, emindim. Çünkü binlerce farklı senaryolar arasında; her seferinde kalbimin aynı şekilde duracağına emindim onu ilk gördüğüm saniye. Ya da belki de bir kafede oturuyor olurduk, o benim arka masamda olurdu. Sandalyesinin arkasına astığı ceketi ya da şalı yere düştüğünde, eğilip alırdım ve ona seslenirdim. Arkasını dönüp önce şaşkınca, sonra da çok ender görsem de yakalama lüksünde bulunduğum gülüşlerinden birini atardı belki. Ketum bir adamdım, bu hale gelmek de zorundaydım; ama yine de bir sohbet başlatırdım. Onu bir daha görememek pahasına konuşurdum kesin.

Ama gerçekler böyle değildi. Ben, korkunç şeyler yapmış bir adamdım; iliklerime kadar kötü bir adam olduğunu biliyordum. Karaca'nın da beni tehlikeli bulduğuna emindim, ama o buna sebep olarak mesleğimi gösterirdi. Oysa benim karanlığımın, mesleki hayatımla hiçbir ilgisi yoktu.

''Sanki bilse doğrusunu, kaçmayacak senden.'' dedim kendi kendime yatak odasına girdiğimde. Onun yattığı tarafa bakıp gözlerimi hızla kaçırırken iç çektim. İç sıkıntısı göğüs kafesimi doldururken yatağın dibinde yere çöktüm yavaşça. İçinde bulunduğum durumu, ağzımdan çıkanlarla çok daha zorlaştırmıştım. Saçma sapan konuşmak yerine sadece sohbet edebilirdim onunla, gerçekten birbirimizi tanımamıza izin verebilirdim.

'O sana kendini açtı, sen açabilecek misin kendini?' dedim kendi kendime. Karaca, ne kadar dirense de, o gece bana kendini açmıştı. Tamam, anlatmadığı bir çok şeyin olduğuna emindim; ama aynı zamanda geçmişini bilen tek insanın da ben olduğumu hissediyordum. Belki de bana güvenmeye başlıyordu. Ben az önce konuşarak her şeyi bombok edene kadar...

Ansızın verdiğim kararla yerimden kalktım, o bana anlattıysa ben de anlatabilirdim gerçekleri. Kendi kırıklığını görmeme izin vermişti, duvarlarını indirmemişti ama bir çatlak göstermişti en azından. O yapabildiyse, ben de yapabilirdim.

SirayetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin