Şeytan vazgeçtiği ruhu için pişman olur muydu? Alıştığı ruhsuzluk, başkasının gözlerindeki ruha imrenmiyordu ama o çoktan vazgeçmişti.
Dönüşü yoktu, pişman olmak için çok geçti. Kuyruksuz tilkileri vardı ve ona ruhlarla oynarken yardım ediyorlardı...
Hop başlamadan önce oy vermeyi unutmayalım. Paragraflarda ve bölüm sonunda da bol bol yorumlarınızı bekliyorum.
Bölüme başlama tarih ve saatiniz?
🦊
Yalanın maskesi gerçek ortaya çıkana kadardır.
Gerçek ortaya çıkınca maske düşer, yalanlar dökülür. Kırılan maskenin parçaları her bir zihni çizerken her çizikten içeriye yalanlar sızar
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Every Grinko - Serenad Cihan Mürtezaoğlu - Bitsin Bu Delilik
🦊
İlk defa babamın elini tutup yaşıma uymayacak bir şekilde süslenip bir davete getirildiğim zamanı hatırlıyordum. O gün tanımadığım insanlar saçlarıma dokunurken mutluydum. Yüzüme o yaşımda adını dahi bilmediğim şeyleri sürerlerken dahi mutluydum. Ancak o mutluluk babamın yanına gelene kadardı.
Onun buz gibi ellerini tuttuğumda kemiklerimin ezildiğini hissetmiştim. Daha içeriye adım atmadan beni ne olursa olsun sesimi çıkarmamam için uyarmıştı. Çıkarmamıştım da. Çünkü içimde her zaman bir gün babam beni sever diye umudum vardı. Yabancı eller belimde, kısa mavi elbisemin açıkta bıraktığı bacaklarımda gezerken dahi susmuştum. Babam uyardı diye değil, babam beni sever diye.
O günden sonra onlarca kez daha gitmiştim onunla davetlere ancak artık hepsi zorunluydu. Küçük bir kızken, genç bir liseli olana kadar belli aralıklarla içimdeki o umut uğruna bir şeylerin yanlış olduğunu hissetmeme rağmen gülümseyerek bunlara katlanmıştım. Halbuki babam her şeyi görüyordu. O ellerin tenime değdiğini, titreyen çenemi... Hiçbir zaman ağzını açmıyordu. Sadece gülümsüyor ve kadehini bize kaldırıyordu. Eve döndüğümüzde ona o küflü odada 'Neden baba?' demek isterdim. 'Orada gülümserken neden burada içindeki şeytanın zehrini döküyorsun? Sen değil miydin izin veren?'
Hiçbir zaman diyemedim.
Şimdi yine bir davette bir adamın elini tutuyordum. En son tuttuğumda 10 yaşındayken şimdi 28 yaşındaydım ve elimi avucuna saklayan adam babam değildi. Güvendiğim adamdı. Bugünün sonunda o küflü odada değil de sıcak bir yatakta olacağımı biliyordum.
"Geri dönelim mi?"
Ona baktım. Onun güzel yüzüne yerleşen silik çillere ve sonra hayran kaldığım zümrüt yarıklı gözlerine. Gözleri sanki bir ormanın ortasında yalnızca ikimiz varmışız gibi hissettiriyordu. O an ilk defa bir ormandan kormadığımı hissettim. Neydi bu duygunun adı, huzur?
Dudaklarıma tedirgin bir gülümseme konudurup elini daha sıkı tuttum. "Neden?"diye fısıldadım kalabalığın içine adım adım ilerlerken. Önüne döner sandığım bakışlar beni yanıltmış, aksine artmıştılardı ama Arden bunları umursamadan sadece yönünü bulmak için bakınıp en kısa sürede gözlerini yeniden gözlerime kenetliyordu. Belki ben hiç tatmadığım için abartıyordum ama gözleri öyle bakıyordu ki gözlerimiz birbirine ait gibi hissediyordum. Sanki olması gereken her saniye el ele ve göz göze olmamızmış gibiydi.
"Buradan çıkarken hala el ele olursak seni başka bir yere götürebilir miyim?" Anlamazca kaşlarımı çattım. "Hala el ele olursak ne demek?" dedim insanlarla aramızda yalnızca birkaç adım kalmışken. "Evet veya hayır de sadece." Kalabalığa baktım. Onu tedirgin eden kalabalığın ilgisi değildi, bunu az buçuk tahmin edebiliyordum. Zaten normal zamanda bile dikkat çeken biriydi şimdi muhtemelen çoğunu tanıdığı kişilerin bakışlarından rahatsız olmazdı. Benim aksime. "Hala el ele olursak, gelirim." dedim daha fazla düşünmeden. O an için babam yoktu. O vardı ve kendi kararlarını veren bir ben vardım. Sonrasını düşünmedim, elini sıkı sıkıya tutarak ona evet diyerek kalabalığın içine girdim.
Meraklı bakışlar sıra sıra üzerimize gelirken hepsini geride bırakıp köşede, sahneye yakın bir masaya oturduk. Boş masa yalnızca saniyeler içinde dolarken endişe ile Arden'e yaklaşıp ceketinin ucuna tutunmuştum. Elimi tutsa, beni arkasına saklasa olmaz mıydı? Benim cesaretimin yetmediği şeyleri o yapsaydı?
Ellilerinin ortasında gösteren bir adam yerinde dikleşti. "Hoşgeldin evlat. Hanımefendiyi tanıştırmayacak mısın?" dedi yüzündeki o sahte, samimiyetsiz gülüşle. Bariz bir şekilde tirediğimi hissettim. Öyle bir titremiştim ki bir an masadakilerin fark ettiğini sandım ancak onlar bütün dikkatlerini Arden'in dudaklarından çıkacak cevaba vermişlerdi. Titrememi yalnız Arden görmüş, hissetmişti. O da endişeli gözlerle herkesi boş vermiş bir şekilde bana bakıyordu. Ona zoraki bir gülümseme yollayıp gözlerimle adamı işaret ettim. Halimi görsün istemiyordum. Hem biraz da vereceği cevabı merak ediyordum.
"Tılsım." dedi gözlerini gözlerimden çekmeden ve daha sonra soruyu soran adama döndü. "Eşim."
Masadaki herkesin gözleri şaşkınlıkla açılırken onların arasında bende vardım. Eşi. Arden'in eşi, Tılsım. Ilgaz değil, Arden'in eşi sadece Tılsım. Kocaman açtığım gözlerimle ona bakarken güldü. Gülecek bir şey yoktu halbuki. Yavaşça cesaretimi toplayarak koluna girdim. Yüzümde şaşkınlığımı belli etmemek için takındığım sahte gülümseme olsa bile gözlerimi en iyi o görüyordu. Usulca herkese baş selamı verirken gözüm az önce konuşan adamda takılı kaldı. Yüzündeki bariz şaşkınlıkla bir bana bir de Arden'e bakıyor, sanki kafasında bir şeyleri sorguluyordu. "Eşin mi? Evlendiğini bilmiyorduk." dedi en sonunda. Gözüm çabucak Arden'i buldu. Artık bana değil gevşek bir gülümseme ile adama bakıyordu.