2. Bölüm

91 18 0
                                    


Biz hayatın rengi; griydik. Ama  bizi hep siyahın karanlığında gördüler, beyazın aydınlığı bize hiç ulaşmadı.

Aynı oda, aynı sessizlik değişen tek şey zaman olmuştu.

İçeri girdiğimde arada bir uğrayan hayat enerjim yok olup gitmiş yerine duygulardan ırak, enerjisi sömürülmüş bir ben bırakmıştı.

Odada ben ve Batur dışında herkeste bir duygu karmaşası vardı. Gerçi Batur'un ne kadar belli etmemeye çalışsa da gizleyemediği tedirginliği gözlerinden okunuyordu.

Üvey anne, baba da mutluluğun parıltısı sadece gözlerine değil her hareketlerine yayılmıştı. Aynı şey öz anne baba içinde geçerliydi ancak onlarda mutluluğun yanında korku duygusu da eşlik ediyordu.
Özellikle öz annede bariz bir hayal kırıklığı buna tezat olarak umudun ince ışıltısı vardı.

Bunları, hikayeyi ben yazdım diye bilmiyorum. İnsanları okumayı öğrendiğim için biliyorum. Öğrenmem kolay olmamış 23 yılıma mal olmuştu.

Hiçbir ortamda kendini gösteren biri olmadım, olamadım. Hep kenarda sessizce oturan varlığı ile yok olan o kişilerdendim. İnsanların düşünmeden söylediği şeyleri düşünürdüm, yaptıkları hal ve hareketlerini tartar incelerdim. Böyle böyle öğrenmiştim insanları okumayı ki benim için hobiden farksız bir şey olmuştu, hoşuma gidiyordu.

Bunun yanında kendimi kontrol etmeyi de öğrenmiştim. Asla öyle olmamasına rağmen öyleymiş gibi davranabiliyordum. Hissetmediğim duyguları gerçekten yaşıyormuş gibi gösterip karşı tarafa yansıtabiliyordum. İyi bir oyuncu olmuştum kısaca.

Ve büyük oyunun ilk perdesi içeri giren Alaz ile başlamıştı. Gergin yüz ifadesi ve açılmış zarfla sonucu öğrendiği belliydi.

"Ee... Oğlum çıktı mı sonuçlar?" diye sordu öz baba.

Herkes sabırsızlıkla Alaz'ın vereceği cevabı bekliyordu. Ben hariç lakin o an nedenini bilmediğim bir huzursuzluk kapladı içimi. Çözemediğim ama nefesimi kesen bir huzursuzluk.

Alaz masasının arkasında ayakta duruyor bakışlarıyla herkesin ifadesini tartıyordu. Göz göze geldiğimizde burukça gülümsedi. Lakin benden karşılık alamayınca buruk gülümsemesi yüzünde solup gitti.

Her şeyin farkındaydım. Birkaç güne kalmadan bana yaşatacakları tüm zorlukları biliyordum. Beni istemediklerini haykırdıktan sonra pişman olacaklarını da. Ve bu sefer abi veya herhangi bir kardeş istemeyen taraf ben olacaktım.

Uzun bakışma sahnesinin sonuna geldiğimizi belli eden kısa öksürük ile elindeki önceden açtığı zarfın içinden çıkardı kağıdı.

"Ferda %99,9 oranda Cafer Bey'in, Alisa ise yine %99,9 oranda Oğuz Bey'in kızıdır."

Bu kadardı işte. Yaşanmışlıkları tek bir sözle silmek bu kadar basitti. Yıkmak basitti ama yıkılan olmak zordu. Her an o yıkıntılardan çıkacak olma umudu ve her an orada son bulacak olmanın ümitsizliği.

Gülme sesine karışan ağlama sesi aynı odada yankılanmıştı. Aynı duvar hem yıkılışa hem de yıkana şahit olmuştu.

Peki bu hikayeyi yıkan benken neden yıkılmış gibi hissediyordum?

"Herkes kendi kızını alsın. İşin doğrusu bu." bu cümlelerin kimden çıktığını sorgulamaya gerek yoktu.

"Evet evet ben öz ailemle gitmek istiyorum. Gidelim annecim." yine içli bir ağlama  ve onu bastıran gülme sesleri. Kapanan kapı, atılan adımlar, yıkıntının altında kalan bedenler.

ALİSAWhere stories live. Discover now