5.BÖLÜM

33.9K 1.3K 167
                                    

KİTABIMI BEĞENMENİZ
DİLEĞİYLE,
İYİ OKUMALAR DİLERİM❤️

yillmazey hesabımı takip etmeyi unutmayın

☀️

Annelerin ölümü kadar acı bir şey yok kızım. Annen ölür, sanırsın tüm insanlar ölmüş.

Demişti komşumuz annesini toprağa verdikten iki hafta sonra.

O zaman dediği sözü hiç anlamamıştım ama şimdi çok iyi anlıyordum. Gerçekten de annen öldüğü zaman tüm insanlar ölmüştü sanki. Annemin cansız bedenini gördüğüm zaman tüm insanlar ölmüş gibi hissettim. Şimdi ise bambaşka bir acı hissediyordum tarifi zor, çok zor bir acı. Değil tüm insanların, dünyanın ölümü bile bu acıyı tarif edemezdi. Bu acının adı, Vicdan azabı'ydı.
Tarifi yok bu acının sadece tadı var. Tadmayan insanlar bu acının büyüklüğünü bilmezdi ama tadan insanlar çok iyi bilirdi çünkü, azap içinde boğuşuyorlardı.
Acı o kadar kuvvetliydi ki dünyada ki hiçbir su acının ateşini söndüremezdi.
Acının ateşi harlanarak insanı yakardı ama küle döndürmezdi azap çektirirdi.

İçim, dışım acının ateşiyle yanıyordu ve dünyada ki hiçbir su söndürmüyordu.
'Öldüm ben.' diyordum içimden, ateşlerin arasından bağırarak. Sonra ateş giderek harlanıyordu ölmediğimi söylüyordu.

Gözümden akan yaş kayarak yanağımda süzüldü. İki gün, iki gün içinde her şeyimi kaybetmiştim. İki gün içinde hayatım yok olmuştu. İki gün içinde yapa yalnız kalmıştım. Bin gündüz, gece içinde öksüz, bir gece içinde yetim kalmıştım.

Şimdi ise bilinmezliğe doğru yalın ayaklarımla yürüyordum. Güneş yavaş yavaş aydınlanıyordu. Acı bir rüzgar esiyordu omzumun üstünden dağılmış saçlarıma vuruyor hafif hafif uçuşturuyordu. Benden'im çok üşüyordu sanırsın kutupların üstünde yürüyordum. Bu üşüme rüzgarın soğukluğu değil, kalbimin yarısının ölme soğukluğuydu. İnsanın canı öldüğü zaman, kalbinin yarısı da ölüyormuş, soğuk rüzgar esiyormuş.
Benim kalbimin yarısı kutuptu, diğer yarısı da çöldü. Bir canım ölmüştü, diğer canım hayatta'ydı.

Midyat'ın bilmediğim sokaklarında yürümeye devam ederek sağ yola girdim. Nereye gittiğimi bilmiyordum öyle bilinmezliğe doğru yürüyordum.
Baran'ın annesi bana yardım ederek beni Baran'dan kurtardığında teşekkür edemeyecek kadar kötü haldeydim. Hiçbir şey demeden kadına arkamı dönerek yavaş yavaş yürüyüp gitmiştim.
Bir teşekkür'den başka diyecek bir şey yokken, teşekkürler bile dememiştim.

Boş sokaklar da adımlayan ayaklarım beni nereye götürüyor bilmiyordum. Ben, ayaklarımın beni götürdüğü yere gidiyordum. Belki de Allah beni götürmek istediği yere götürüyordu.

Şişmiş gözlerimi yavaşça kırpıp etrafıma bakıyordum. Bazı evlerin önünde bağlanmış köpekler beni gördüklerinde dört ayak üstüne dikiliyor, havlıyorlardı. Bense havlamalarına kulağımı tıkayıp yürümeye devam ediyordum. Hapis olduğum evden baya uzaklaşmıştım.
Kim bilir kaç dakikadır yürüyordum ya da saat. Ayaklarım yorgun demeyeceğim, benim bütün bedenim, ruhum yorgundu ve buna rağmen yürümeye devam ediyordum. Azap insanı yok eder, değil yürümek kılını dahi kıpırtadamaz'sın. Çektiğin azap seni yorgun düşürür. Derdi annem. Nasıl yürüyordum o zaman? Azabın ateşini hissederken ben nasıl oluyor da yürüyordum?
İşte bir bilinmezlik daha.

Bedenim ve ruhum ayrı ateşlerin içinde yanıyordu. Yaşanılan gerçekler kezzap suyu olup ateşin içine dökülüyordu, ateş kezzap suyunun ve rüzgarın etkisiyle her yeri lavlar'la kaplıyordu bulunduğum yerde bir ateş çemberi oluşturuyordu ve ben cayır cayır yanıyordum.

Aşk-ı MardinWhere stories live. Discover now