19. BÖLÜM-ÖLÜ BEDENLER

30 12 1
                                    

Birinci kitabın finaline az bir zaman kaldığını söylemek istiyorum ama merak etmeyin ara vermeden ikinci kitapla devam edeceğiz. Yorumlarınızla ve oylarınızla bana destek olabilir, kitap hakkındaki düşüncelerinizi belirtebilirsiniz. Böylece ben de nasıl gittiği konusunda fikir sahibi olurum. :) Bir sonraki bölüm önümüzdeki hafta başında gelecek. Keyifli okumalar. :)

🔥

En son bayıldığımda babamın kucağında ayıldığım anı dün gibi hatırlıyordum ancak üzerinden hatırı sayılır günler, haftalar geçmişti. Şimdi ise kirpiklerimi kırpıştırıp, gözlerim aralandığında Kevin'ın yüzü yakınımda, endişeli bakışları ise benimkilere sabitlenmiş haldeydi. Daha neler olduğunu düşünecek kadar bile kendime gelememişken, aceleyle doğrulmaya çalıştım ancak ellerini omuzlarıma yasladı. Ona direnmek istiyordum ama hissedemediğim temasıyla hiç gücüm kalmamış gibi yeniden geriye yıkıldım.

"Dur, önce toparlan biraz." Dedi uyarırcasına. Zihnim yaşadıklarımla dolup taşarken, vücudum yine kaskatı kesildi. Etrafı inceledim. Odamda, yatağımdaydım.

Ne kadar süre baygın kalmıştım?

"Kevin? Günler falan geçmedi değil mi?" Yüreğim sıkıştı. Bayılmak dediğin birkaç dakika sürmez miydi? Resim atölyesinden buraya gelecek kadar uzun bir süre kendimde değilsem kim bilir belki daha bile uzun süre bilincimi yitirmiş olabilirdim. Ares'le akşamüzeri buluşmamızı kaçırmış mıydım?

Evet... Her şeyden önemlisi buydu çünkü!

Ah...

Olivia gerçekten Kraliçe'yi öldürmüş müydü?

Bir kez daha doğrulmayı denedim ve bu defa çok daha başarılıydım. Kevin arkamı bir ton yastıkla doldurup, oturmama yardımcı oldu. "İki saate yakın oldu. Şifacı önemli bir şeyin olmadığını söyledi." Dedi dikkatle beni incelerken. Şifacı... Normal şartlarda bunu oldukça komik bulabilirdim ama o an gülesim gelmedi.

"Şimdi..." diyerek geri çekilip, yatağın ucuna oturdu Kevin. "Neler olduğunu anlatacak mısın?"

Of. Benim bile yalan kotam dolmuştu. Aklıma uydurabileceğim hiçbir şey gelmedi. "Başka zaman konuşsak olmaz mı?" diye sordum neredeyse yalvararak. "Hiç enerjim yok gerçekten." Eh, işte bu doğruydu.

Kevin meraktan ve endişeden fenalık geçirecek gibi dursa da ısrar etmedi. Demek ki halim dışarıdan da kötü görünüyordu. Bekçilerin hastalıklara karşı daha dirençli olması da gerekmez miydi? Neden hiçbir iyi özellik benim vücuduma uğramamıştı? Ben insan olarak bile çürük sayılırdım.

"Tamam. Haklısın. Dinlen biraz." Ayağa kalktı. "Bir şeye ihtiyacın olursa muhafızlarda iste mutlaka." Dedi. "Ben Saray'da olmayacağım akşama kadar." İşte bu iyi haberdi. Daha kolay sıvışabilirdim.

"Peki." Demekle yetindim. Kevin arkasını döndü. Kapıya kadar ilerledi ve tokmağı indirmeden önce omzunun üzerinden bana baktı. "Sabah konuşacağız."

Amma da takıntılı herifti.

Gözlerimi devirmemek için kendimi çok zor tutarak usulca başımı salladım. Ona söyleyebileceğim tonla ters lafım vardı ancak aramızın iyi olması işime geldiğinden, bir süre suyuna gitmek en mantıklısıydı.

Kevin odadan çıkar çıkmaz ayağa fırladım. Elbette bütün günü burada dinlenerek falan geçirmeyecektim. Ares'le buluşmadan önce Kraliçe Alice'le ilgili öğrenebileceğim her şeyi öğrenmek zorundaydım.

Hızlıca yüzüme soğuk bir su çarpıp, dağılan saçlarımı düzelttim. James'le konuşabilirdim ve muhtemelen annesiyle ilgili her detayı en iyi ondan öğrenebilirdim de ama bunları bana anlatması için hiçbir sebebi yoktu çünkü hali hazırda korkunç bir abi-kardeş ilişkimiz vardı. Hem Kevin Saray'da olmayacaksa, muhtemelen o da olmazdı. Keşke Victoria burada olsaydı ya da ben yanına gidebilseydim ama yakalanma riskini göze alamazdım. Onları böyle bir sebep için tehlikeye atmanın manası yoktu. Bu yüzden daha iyi bir seçenek bulana kadar en azından kütüphaneye bir göz atmaya karar verdim. Şükürler olsun ki yine kimse yoktu. Bekçiler pek kitap okumuyordu sanırım. Buraya benden başka geleni henüz görmemiştim.

Kainat Bekçileri-MELEZ LANETİ (1.KİTAP)Where stories live. Discover now