33. BÖLÜM: ÖLÜM DANSI

780 79 17
                                    

Bazı anlar vardır ya, eskiye döndüğünüzde olaylara verdiğiniz tepkilerin değişime uğradığını şaşkınlıkla seyrederdiniz. İşte şuan ben o şaşkınlığın pençesindeydim. Bundan bir kaç hafta öncesi olsa ailecek geçirdiğimiz bu nadir anın bitmemesi için geçen saniyeleri sayardım. Şimdi de sayıyordum gerçi. Ama bitmesi için...

Babamla yaşadığımız ufak çaplı tartışmanın ardından devamı gelmeyen tatsız sohbetlerde üzerimize çöken sükuneti dağıtamamıştı.Ve ben sabırsızlıkla herkesin odasına çekilmesini bekliyordum.

Herkesin önünde mayıştığı televizyonun ekranı birden karardığında babama baktım. Koltuktan kalkmış uyuya kalan annemi kucaklıyordu. Bana döndüğünde bende ona baktım.

"Çok geç uyuma," deyip merdivenlere doğru yürürken telefonumu açıp saate baktım. Gece yarısını biraz geçmişti.

Onların gitmesi ile odama geçip üzerimi değiştirdim. Sessizce kapıyı açıp koridora çıkarken ışıkların hepsi sönmüştü. Telefonumun fenerini açtığımda dikkat çekeceğim için gözlerimi zorlayarak aşağı kata indim. Aynı sessizlikte evden çıkarken onu her gördüğümde, konu her ona vardığında olduğu gibi içimde çözemediğim duygular havai fişek etkisi bırakmıştı.

Boş sokakta yürürken sokak lambalarının cılız ışıkları altında uçuşan beyaz kelebeğe takılmıştı gözlerim. Düşünsenize, sizi dilediğiniz her yere, her şeye götürebilecek kanatlarınız var. Ama sadece cılız bir turuncu ışığın buğusunda, avuç kadar bir yerde uçuyorsunuz. Üç günlük ömrünüzü o cılız ışık için harcıyorsunuz. Gözünüz özgürlükte değil, bir parça ışıkta. Gözünüz yaşamakta değil, bir derin nefeste.

"Işığın altında ettiği danstan sonra intihar ediyorlar." Derinden gelen ses ile gözlerimi kelebekten ayırdım. Elinde şarap şişesi ile tam karşımda duruyordu. Rüzgârın özenerek dağıttığı saçları alnına düşmüş, gözleri yorgunluk belirtisi ile buğulanmıştı. Ancak dudaklarındaki ince tebessüm görülmeye değer bir manzaraydı. Çizilip, bir köşede ölümsüzleştirilmesi gereken bir sanattı. "Bu yüzden bu olaya 'Ölüm Dansı' deniyor. Yılda sadece üç kez gerçekleşiyor bu tarihi olay." Diye devam ederek bana doğru gelmeye başladı.

"Neden intahar ediyorlar?"

"Rivayetlerden birine ve en güzeline göre, onların ömürleri üç gün değilmiş. Ama üç günde bir hafızalarını kaybediyorlarmış. Yani sevdiğini unutuyorlarmış. Bu yüzden bilmeden ihanet etmemek için hafızalarını kaybedecekleri gece intahar ediyorlarmış." Deyip kollarını bana doladı. Üşüyen bedenim onun tuhaf sıcaklığı ile çözülürken başımı göğsüne gömerek ben de ona sarıldım.

"Belki intahar etmeseler aynı kişiye aşık olabilirler."

"Aşk dediğin şey mutluyken bile kalbinin acımasıdır, Iraz. Bir kalp bu acıyı defalarca kaldırabilir mi?"

"Tekrar tekrar ölmek bu olsa gerek." Diye mırıldandığımda kollarını daha da sıkılaştırdı.

"Özledim," dediğinde sanki kalbim ısınmıştı. Sanki bedenimi saran sıcaklığı kalbime sızmıştı.

"Ben de."

Kolunu omzuma dolayarak beni sahile doğru yönlendirdi. Soğuktan kızaran ellerimi tek avucu içine alıp ısıtmaya çalışırken kendi elleri de soğuktu. Aslında ısıtmaya çalışmıyordu. Sadece...birlikte üşüyorduk.

Bakışlarımı ellerimizden çekip ona çevirdiğimde onun da bana baktığını gördüm.

"Biliyor musun, boşluğuma çiçekler eken; hayatımda birlikte üşüyeceğim birinin var olması değil. O kişinin sen olması."

"Biliyor musun, yanındayken yaralarım önemli değil. Sen önemlisin."

"O zaman hep yanında olayım mı?"

"O zaman sadece benimle olsana."

"Bana evlenme teklifi mi ediyorsun?" Diye sorduğumda bakışlarını indirerek güldü. Bu gülüşü ilk defa görüyordum. Biraz çekingen, biraz muzip bir gülümsemeydi. Çok güzeldi.

"Kabul eder misin?"

"Eve ekmek getirip getirmeyeceğine bağlı."

"Şüphen mi var?" Diye sordu kaşlarını kaldırarak.

"Var tabii," gözlerimle elindeki şarap şişesini işaret ettim. "Daha çok şarap getirecek gibi duruyorsun."

Bu sefer kahkaha atıp beni göğsüne çektiğinde içim hiç tatmadığım, tuhaf bir mutlulukla dolmuştu. Yanağıma yumuşak bir öpücük kondururken, "Ekmeği beraber almaya gideriz," dedi.

Sahile vardığımızda salıncaklara oturmak yerine direklerinden birine, yaslanarak oturdu ve beni bacaklarının arasına çekti. Kollarını iki yanımdan uzatarak şişeyi açarken saçlarımdan çektiği derin nefesler bana bile huzur veriyordu.

Şişeyi ilk benim dudaklarıma yasladığında birkaç yudum alıp ona uzattım. O da bir kaç yudum alıp geri bana uzattığında bu döngüye sessiz mutluluğumuz eşlik ediyordu. Şişe yarıya geldiğinde çabuk etkilenen ben ağır ve sarsak hareketlerle ona döndüm.

"Seni iyileştireceğim." Dilimde yuvarlanan kelimeler ile kaşlarını kaldırdı. İşaret parmağımı kalbinin olduğu yere yaslayı devam ettim. "Burayı iyileştireceğim."

"Orası yaralı değil ki. Orası kül oldu."

"O zaman kendi kalbimle değiştireceğim. Acını yüklenecek, sana gerçekten nefes aldıracağım." Belimden tutarak beni kucağına oturttuğunda alnımı alnına yasladım. "Söz veriyorum."

"Sözünü tut. Tut ki, sana tapacak bir kalbim olsun."

O geceki son konuşmamızdı bu. Yarıya inen gözlerim onun göğsünde kapanırken denizin tuzlu kokusuna karışan kokuyu çekerek, en mükemmel uykuma daldım.

🌙🌙🌙🌙🌙

"Bunlar ölmüş mü?" Diye sordu titreyen sesiyle küçük kız çocuğu. Kumral saçları beline uzanıyordu. Dizlerinin üzerine çökmüş, yere düşen ölü kelebekleri okşuyordu tombul parmakları ile.

"Ölmüşler." Dedi erkek. Gözleri kızdaydı, gözleri varlığını adadığı kız çocuğundaydı. Şirin yüzünü, derin, mavi gözlerini, pembe dudaklarını... Herşeyini seviyordu bu çocuğun. Her ayrıntısına ayrı aşıktı. Biliyordu, bu bir küçüklük aşkından fazlasıydı.

"Neden?" Diye sordu içi acıyan kız.

"Çünkü ihanet etmekten korktular."

"Nasıl?" Diye sordu kız şaşkınca. Ailesinde görmediği sevgiyi onda bulan erkeğe baktı ilgiyle. Zaten tek ilgisi oydu. Uyurken hayal ettiği yarınındaki tek kişi oydu. Korktuğunda ona sarılıp saçlarını okşayan, birlikte şarkı uydurmaya ikna eden erkek çocuğuydu o. Sahip olduğu tek aileydi. Biliyordu ki, erkek çocuğu içinde geçerliydi bu sözleri.

"Onların ömrü üç gün değildir, hafızaları üç günde bir silinir. Ve onlar sevdiklerini unutup, onlara ihanet etmemek için intihar ederler."

"Belki intihar etmeseler aynı kişiye aşık olurlar."

"Aşk dediğin şey mutluyken bile kalbinin acımasıdır, İnci. Bir kalp bu acıyı defalarca kaldırabilir mi?"

"Tekrar tekrar ölmek bu olsa gerek."

İrkilerek uyandığımda gördüğüm rüyanın etkisindeydim. Bilincimdeki sis kaybolurken tüm rüzgâra rağmen bedenimi ısıtan sıcak gövdeyi fark ettim. Güneş henüz doğmuştu. Ve fark etmediğim birşey daha vardı.

Sahil, deniz, kumlar ve üzerimiz. Her yer ölü beyaz kelebeklerin mezarı olmuştu.

❄️❄️❄️❄️❄️❄️

Sanırım en beğendiğim bölüm bu oldu. Umarım sizde beğenmişsinizdir 5000'e özel bölümümüzü. Hepinizi çok seviyorum. Oy ve yorumlarınızı umutla bekliyor olacağım. Bir sonraki mükemmel bölümde görüşmek üzere👋🏻👋🏻👋🏻👋🏻.

DENİZ KABUĞU ~ Zehra Sağır

16.08.2018

DENİZ KABUĞU حيث تعيش القصص. اكتشف الآن