WEST COAST - 2

513 72 33
                                    

Saat gelmişti bütün günün büyük hazırlık aşamalarından sonra galiba artık hazırdım. Kırmızı diz kapaklarımdaki straplez elbiseme siyah gölgeli bir makyaj eşlik ediyordu. Ayağımda siyah topuklu bir ayakkabı vardı ama topuğu fazla yüksek değildi. En son topuklu ayakkabı giydiğimde yeni doğan ceylan gibi yürüyüşümün ardından yirmi basamaklı bir merdivenden yuvarlandığımı hatırlamak bile istemiyorum. Neyse ki tedbirimi almıştım. Tüm gece Edward’ın elini bırakmayacaktım. Bu hem benim hem de Edward’ın hoşuna giderdi. Dakikada bir pencerenin başına gidip Edward’ın arabasını yoklamam Lily’i rahatsız etmiş olucak ki “LANA YETEEER !” diye isyan etti. Bu arada Lily benim ev arkadaşım. Ayrıca aynı üniversiteye gidiyoruz. Hatta liseyi de aynı okulda okumuştuk. Lily benim en yakın arkadaşım. Daha doğrusu tek arkadaşım. Ama sorun değil çünkü bir arkadaşta arayabileceğim tüm özellikler onda tabi biraz fazla konuşmasını ve azıcık patavatsızlığını saymazsak. “Ne kadar heyecanlı olduğumu biliyorsun, onu bekletmek istemem.” diye sırıttım.

İşte gelmişti. Onu arabasının motor sesinden bile tanırdım. Hemen pencereden dışarıya baktım ve evet orda öylece duruyordu. Arabadan dışarı çıkmış arabanın kapısına doğru yaslanmış ve elinden hiç düşürmediği bir dal Parliamenti’yle beni bekliyordu. Onu her görüşümde tekrar tekrar âşık oluyordum. Gün geçtikçe bir gün öncesinden daha fazla. Hemen portmantodan siyah küçük çantamı aldım ve son defa aynaya baktım. Kendi kendime aynada “bekle beni bebeğim ben geliyorum” dedim ve güldüm. Merdivenlerden çok dikkatli bir şekilde iniyordum çünkü bugün saçma sapan bir kaza yaşamaya hiç niyetim yoktu. Apartman kapısını açtım ve o da kapı sesini duyar duymaz bana doğru yöneldi ve gözlerindeki hayran ifadeye kendimi kaptırmaktan başka çarem olmadığını fark ettim. Yavaş adımlarla bana doğru geliyordu. Gözlerinde haşin bir bakış oluştu ve pis pis sırıttı. Yüzündeki bu ifadeyi her zaman göremezdim. Çünkü o mimiklerini kullanmayı pek sevmezdi. Olaylara çok soğukkanlı yaklaşırdı. Bu yüzden onun yanında ne kadar kendim gibi olabilsem de biraz da çekindiğimi saklayamam. Yüzüme doğru yaklaştı ve kulağımın hemen altından boynuma doğru beni öptü. Elimden tutup arabaya doğru götürdü. Bakışlarını benden ne olursa olsun ayırmadığını hissedebiliyordum ve benim için arabanın kapısını açtı. Arabanın içini yoğun bir vanilya aroması kaplamıştı. Bu kokuyu ne kadar sevdiğimi düşündüm. Belki de bana Edward’ı hatırlattığı içindi. Arabayı çalıştırdı ve eski bir Moody Blues cd’si taktı. Müzik çok rahatlatıcıydı.

Ama bu kadar slow parçadan sonra daha önceden ayarladığımız kafeye değil de çok ünlü bir barda elektro parçalar eşliğinde içki içeceğimiz aklıma gelmezdi. Bu tür yerleri sevmediğimden değil ama yıldönümümüzde de tercih edeceğim bir mekan değildi. İçeri girer girmez dumandan ve ışıktan gözlerimin kamaştığını hissettim. Edward elimi sımsıkı tutuyordu. Sanki bu kalabalıkta onu kaybetmememi ister gibiydi. Kalabalığın içine doğru yürürken bir anda tam ortamızdan dans eden bir grup geçti ve tıpkı kocaman bir deniz dalgası gibi bizi ikiye böldü. Ortam çok kalabalık ve karanlıktı. Işıklar gözüme gözüme giriyordu ve ben neden bilmiyorum ama baya telaşlanmıştım. Kalabalığı yara yara ilerliyordum ve bir anda gördüğüm şeyin bir göz yanılması olduğunu umdum. Çünkü eğer tam tersiyse burayı ikisinin de başına yıkmaya hazırdım..

WEST COASTWhere stories live. Discover now