WEST COAST - 4

363 45 25
                                    

Edward…

Kızgınken, ağlarken, size dünyadaki en büyük pislikmişsiniz gibi davranırken bile o kadar güzeldi ki. Çaresizdi. Çaresizdim. Ellerim sinirden titriyordu. Onu ağlarken görmüştüm hem de çoğu kez. Her şeye ağlayabilirdi. Her şeyin altından tek başına kalkabilirmiş güya kimseye ihtiyacı yokmuş. Kendimden fazla onu tanırdım. En ufak bir mimiğinden ne istediğini ne düşündüğünü anlayabilirdim. Ama sustum. Ve karşımda benden çaresizce bir cevap bekleyişini izledim. Kolay kolay beni her şey üzemez. Lana benim tek zaafım. Tek kayboluşum. Bu dipsiz bucaksız kuyudaki tek ışığım. Hayatımı çekilir ve yaşanılır hale getiren bir melek. Belki mükemmellik kavramı koca bir yalandır. İnsanlara göre kimse mükemmel değil. Bana göre de öyleydi emin olabilirsiniz ta ki kanatsız bir melekle karşılaşıncaya kadar. Onda kusur arayamam, aramam. Zaten bulamam da. Eğer bir kusur varsa o kesinlikle benim gözlerimin büyük bir hatasıdır. Düşündüklerimi karşımdaki insana sesli bir şekilde söyleyemem. Bir şiir, bir yazı, bir şarkı veya küçük bir mimikle konuşurum ben. Lana bunu bilir ama bu huyumdan pek de hoşnut olduğunu düşünmüyorum. Hele de o gün.

Ağladı ve karşımda yenik düştüğünü hissettiği için çekip gitti. Ben onun tek bir gözyaşına kıyamazken. Gözlerinden akan tek bir damlanın suçlusunu bulup hayatı ona cehennem yapmaya hazırken.. O kişi bendim. Onu ağlatmıştım. İçimden binlerce teselli cümleleri ve açıklamalar geçti. Konuşamadım. Çok istedim, daha fazla ağlamamısını istedim. O an kendimden nefret ettim. Gerçi çoğu zaman kendimden nefret ederim. Ben ne bok yiyeceği belli olmayan biriyken o gözbebeklerine kadar güzeldi. Çok sık içmediği sigarasını çıkardı çantasından kalabalığa karışırken. Ona seslendim. Ağlamaması için. Duyup duymadığından emin değilim. Zaten duyması için de çabalamadım. Hayatımda yolunda giden tek şeyin ona açıklayamayacağım bir nedenden dolayı Brooklyn’in ücra bir sokağındaki barın kaldırımlarından tökezleyerek ve gözyaşlarını arkasında bırakarak uzaklaştığını seyrettim. Ne müthiş bir film ve ne trajedik. Acınası durumdaydım her zaman olduğu gibi.

O günden bu yana tam 3 hafta geçti. Sanırım hayatımdan bir 30 yıl geçti. Aynaya baktım. Esrarın, içkinin, sigaranın bedenimdeki ve zihnimdeki zararlarını görmemek imkânsızdı. Bu kişi ben değildim. Yüzümü ben bile tanıyamadım. Aynaya bakmayalı 5-6 gün olmuştu. Daha doğrusu evden çıkmayalı ve pes edişimin 9. Günüydü. Ne çabuk bir şeylerden vazgeçmişim diye düşündüm. Tabii buna vazgeçmek denirse. Çok denedim. Ona kendimi affettirmek için çok çalıştım. Ama beni dinlemedi. Her gün karşısına geçip tıpkı bir sürüngen gibi ağlamıştım. Evet, evet ben, ağlamıştım. Kafam kıyaktı. Ayıkken karşısına dahi çıkamazdım. O da karşımda ağlıyordu. Beni hala sevdiğini biliyordum. Ama bir açıklama bekliyordu. Haklıydı. O siyah beyaz saçlı kızın bana kucak dansı yapmasının mantıklı hiçbir yanı yoktu. Hele de yıldönümümüzde. Hele de benim ayarladığım bir mekânda. Ona anlatamazdım. Bir açıklamamam vardı ama yapamazdım. Beni affetmeyecekti. Biliyordum. Ben de son kez baktım o güzel gözbebeklerine. “Muazzam bir manzara” diye düşündüm..

WEST COASTWhere stories live. Discover now