18.Bölüm - Başka Bir Zamana İhtiyacımız Var

8K 273 968
                                    

13 KASIM 1977 – PAZAR

Tik. Tak. Tik. Tak.

Riddle cadısının gözleri açıldı.

Tik. Tak. Tik. Tak. Tik...

Yatağında doğrulduğunda etrafındaki ipek perdeler kendiliğinden savruldu, ses boş odada saatin sesini bastıran tek şey olmuştu.

Jane'in komodinin üstünde duran saate sinirli bir bakış attı ve yatağından aşağı indi. Çıplak ayakları zeminin soğukluğuyla bir an ürperdi ama aldırmadı. Hızlı bir şekilde hareket ederek camın kenarındaki yatağa ulaştı ve saati kızın yastığının altına sokuşturdu.

Ses duymaya tahammülü yoktu.

Derin bir nefes alarak doğrulduğunda gözleri bir şeye takıldı. Başta birisinin onu izlediğini düşünerek irkildi ama bu sadece kendisiydi. Camdan yansıyan şey kendi yansımasıydı.

Alice ağır adımlarla gölün derinliklerini gösteren ve odalarını bir duvar boyunca kaplayan cama doğru ilerledi. Akşam vakti yaklaşırken karanlığa iyice bürünen cam onun için bir ayna görevi görüyordu.

Soğuk cama yansıyan görüntü kendisinin miydi? Yoksa ona bakan bu kız bir yabancı mıydı?

Beyaz teni, sanki hiç güneş görmemiş gibi daha da beyaz olmuştu. Neredeyse saydamlaşmış gibi hissediyordu kendini, bedenindeki damarları sayabilirdi bile. Gözlerinin altı koyu renk halkalar ile doluşmuş, ela gözleri o tatlı rengini yitirip koyulaşmıştı. Saçları bile canlı değildi. Solmuş birer çiçek gibi yüzünün iki yanına dökülmüştü.

Sağ elini yavaşça kaldırıp cama dokundu.

İki gün geçmişti. O gecenin üstünden iki gün geçmişti ama kendisine asırlar gibi geliyordu. İksirlerin etkileri geçip kendini odasında bulduğunda bir an her şeyin birer kâbus olmasını dilemişti. Ama olmadığını biliyordu. Yaşadığı her şey, çektiği acı ve uğradığı ihanet gerçekti.

Avucunu cama bastırdı.

Odasından çıkmamıştı, kendisiyle konuşmaya çalışan herkesi görmezden gelmişti. Kızlar odaya geldiklerinde kendisini yatağın perdelerin ardına gizlemişti. Her birini yok saymıştı ve saymaya devam edecekti.

Madam Pomfrey'in verdiği ilaçları içmemişti, Dumbledore onunla konuşmaya çalıştığında dudaklarını oynatmamıştı. Eğer yemeklerini Leonardo, Regulus, Narcissa, Jayleen ya da Clara harici biri getirmişse yemiyordu. Onlara da kızgındı. Bunu söylemedikleri için onlara da öfkeliydi ama o öfke diğerlerine duyduğunun yanında daha ufaktı.

Ruhunu derinden yaralayan şeyin ne olduğunu kestiremiyordu. Arkadaşlarının ihaneti mi? Babasının otoritesi ve planları mı? Yoksa kendi ellerinden çekilip alınan kısacık hayatı mı?

Her biri, ayrı ayrı canını yakıyordu. Düşünceler zihninde yılan gibi kıvranıyordu. Büyüyor, küçülüyor, tıslıyor, yok oluyor ve yeniden doğuyordu.

Koluna vurulan kelepçe onu karanlığa sonsuza tek hapsetmişti. Çözülemeyecek zincirleri, kaçamayacağı yollar vardı. Hangi köşeyi dönse sonu çıkmaz sokaktı. En kötüsü de onu bu yola iten arkadaşlarıydı. Ailem dedikleriydi.

Onlara güvenmişti.

Onu anladıklarını sanmıştı, sırlarını vermese bile sırtını yaslayacağı birer duvar olacaklarını sanmıştı. Ama unuttuğu bir şey vardı. Slytherinliler onu seviyor olabilirdi ama sadakatleri babasınaydı. Ve sadakat sevgiden ağır basardı.

Ah, bir de şu vardı tabii. Tom Riddle her istediğini elde ederdi.

İki elini de cama hızlıca indirdi.

Slytherin PrensesiWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu