1; yaşasın aşıkların onur'lu mücadelesi

336 45 21
                                    

the 1975 - somebody else

*

Küçük sahil kasabasının kumsalında çıplak ayaklarınızda denizin tadını çıkarırken; dalga sesleri ile 70li yılların yeni popüler müziği olan the rolling stones rock grubu bir hayli dinlenirdi.

Bakıldığında çok huzurlu bir yerdi sahil kasabası; yaş fark etmeksizin her yeri bisiklet ile dolaşan kasaba sakinleri vardı ve öyledir ki, bisiklet sepetlerine koca bir dünyayı sığdırabilme potansiyelleri bile vardı.

Civciv bakan yaşlı bir amca vardı ve denizin kıyısına gider, civcivlerini yüzdürürdü belli saatler arasında. Tüm çocuklar futbolu bırakır, ip atlamayı da bırakır gider ve civcivlere bakarlardı. Ördek yavruları da vardı üç-beş tane.

Tavşanı ile fal bakan teyze vardı. Çok kazanmazdı belki ama çocuklarını tavşanı sevmeye olan neşesi ve günlük ekmeğini alabilecek kadar kazanması ona yeterdi. Diğer esnaflar da yardım ederdi bazı günler. Tavşanı renkli fal kağıtlarının önüne koyar, tavşan hangisini seçerse senin falın olduğu anlamına gelirdi. Bir nevi fal kurabiyeleri gibiydi işte.

Kitap okuyan sayısı, çok az bulunurdu burada. Bilmezlerdi genellikle. Öyle ya, okuyan insana çok hayranlık duyulurdu. Elinde kitap olan insana bedava çay verilirdi, gelenekti bizim buralarda.

Daha bir çok sürprizlerle doluydu kasabamız... Ben mi? Ben Jeon Jungkook. Günahkâr Jeon Jungkook.

Yıllardır çocukluğum bu kasabada geçti. Dizlerime kadar olan şortumu küçük yıpranmalar ve annemin sürekli dikiş attığı yırtıklar süslüyordu. Pantalon askılarım olsa bile şortumu annem büyük aldığı için sürekli düşüp dururdu ve yine yıpranmış, eski, neredeyse babamdan kalma bir fötr şapkam vardı. Kışın çok soğuk, yazın ise güneşinden geçilmezdi kasabanın. Ayak uydurması zordur bu yüzden; şapkasız durmak pek bir imkânsızdır.

Sonunda büyüdüm tabii, artık yirmi bir yaşındaydım ve küçük sahil kasabamızda baba mesleği olarak terzicilik yapardım.  Terzi dükkanımın bir direğinde, babamın her doğum günümde boyumu ölçtüğü tahtadan direğimiz vardı. Annem ise tüm dükkanı danteller ile süslemişti ve en güzel şeylerden biri ise dükkanın bir bölümü yüzlerce kitap doluydu. Kasabada en çok kitaba sahip olanlardan biriydik, öyle ya hep bir yazar olmak istemişimdir ama baba mesleği işte...

Onlardan bana geriye kalan tek şey o terzi dükkanıydı ve tek dileğimdir Min, işlediğim günah yüzünden lütfen o dükkan yakılmasın... olur mu?

"Seni soysuz, oğlumu da günahlarına nasıl karıştırırsın!" Karnıma bir darbe daha aldım. "Senin yüzünden gitti işte, senin pis günahlarının bedelini o ve biz ailesi olarak çekiyoruz." Tabanlarından bile lüks ve marka olduğu belli olan ayakkabısını yüzüme koymuştu. Acımadan etimi eziyordu. "Taehyung hastayken, çok yardımcı olduğun için ailesinin hatrına ateşlerde yakmıyoruz seni ama belki de böylesi daha iyidir." Ayağını yüzümden çekti ve emanet yerlerime kaç olduğunu sayamadığım bir tekmeyi daha geçirdi. "Yaşayacaksın, yaşamana izin vereceğim; ateşlerde yanmana engel olacağım ve sen her geçen gün yürüyen ölü haline geleceksin." Saçımdan tutup kendisiyle göz göze gelmemi sağladı. Haklıydı Bay Min, ettiği dayak bedenimi acıtmıyordu. "Gitti, senin yüzünden gitti lanet olası..." Sözleri daha çok acıtıyordu. Min Yoongi babasına çok benziyordu, bu bile içimi yakarken onu anımsatan yüzün bu sözleri beni kahrediyordu. Gözlerimdeki yaş litrelerce akıyordu.

"Senin ağlamaya hakkın yok."

Yaptığım iyiliklerden dolayı, kasaba halkı beni buraların en güvenilir kişisi olarak bilmişlerdir hep. Herkesin yardımına koşmaya çalışırdım, Taehyung... ona da çok yardım etmiştim. O da soylulardan geliyordu.

Şimdi ise herkes soylu Min ailesinin gücünden korkmuş ve benim ettiğim halt yüzünden hayal kırıklığına uğramış bir şekilde beni izliyorlardı. Öyle ya, günahkârdım ben artık.

"O çok önemli kliseniz, aşkıma karışma hakkında sahip olduğu gibi... ağlama hakkımın olup, olmamasına da mı karışabiliyor?" İki gözüm, bir ağzım, burnum dağılmış ve kanlar içinde olduğundan kelimeleri zar zor seçebilsem bile, tükürürcesine kurabilmiştim cümleyi.

ve bir tokat daha yedim.

"Hain, tanrının evine nasıl mantık sokarsın?"

Kasaba halkının tüm kesimi bu dediğimi duysalardı büyük ihtimalle ateşe atılmam için ikna olurlardı lâkin... o kadar çok güçsüzleşmiştim ki, sesim çok çıkmamıştı. Bu yüzden bana borçlu olan kasaba halkı, kundaklamadıklarına şükrettiğim terzi dükkanıma götürdüler beni.

Gözyaşlarım yanağımdan damla damla süzülmeye başlayıp, kan ile karışıyordu. Özür dilerim anne... halını kirlettiğim için çok üzgünüm. Özür dilerim baba, soyadını kirlettiğim için çok üzgünüm ama en az senin annemi sevdiğin kadar seviyordum onu işte.

Eşcinsel olduğum için herkesten çok özür dilerim, özellikle senden Min...

Çünkü; yemin ederim artık kalbim kaldıramıyor, her şey çok ağır geliyor ama bir tek sen geri gelmiyorsun.

Renkli renkli nakışlar atıp, her seferinde yüzünden gülümsemesi eksik olmayan, küçük sahil kasabamıza sürekli kitap dağıtan ve çocuklara okul kadar eğitim verme fırsatım olmasa da, okuma ve yazmayı öğretirdim. Şimdi hepsi ama hepsi solup gitmişti artık. Ben solmuştum, tanrının evine mantık soktuğum için solmuşumdur belki veya Tanrıdan çok, Min Yoongi'ye taptığım için. Lâkin ne yalan söyleyeyim, bu kadar çabuk ellerimden uçup gideceğini bilseydim; daha önceden tapardım ona,

Min... dayanamıyorum. Belki de fazla ileri gittik.

y/n: merhabalar terzi jeon ve soylu min hikâyesi yazmaya geldim

lütfen beni destekleyin, yorumlarınızı ilgiyle okuyacağım

the 1975 I yoonkookWhere stories live. Discover now