3; kendime yalan söyledim

90 16 3
                                    

yüzyüzeyken konuşuruz - ölsem yeridir

jeon jungkook

Uykumu bölen martı sesleri yüzünden gözlerimi açtığım an itibari ile gözüme irişen güneş yüzünden, kapatmak zorunda kalmıştım. Burnuma gelen tuzlu su kokusuyla anlamıştım ki, geceyi sahilde sızarak geçirmiş olmalıydım.

Kolumdan güç alıp kaltıktan sonra, üzerimdeki kum tanelerini temizledim, tane tane. Çalınmadığı için şükür ettiğim ayakkabılarımı giydikten sonra, seyrek adımlarla terzi dükkanıma doğru yol aldım. İnsanların gözleri her geçen zaman dilimi boyunca, daha da artıyordu. Dedikodular daha çok yayılıyor olmalıydı. Kadınlar fısıldaşırken, yanımdan geçen erkeklerin bir-kaç kez el şakalarına maruz kalmıştım.

Göz devirdim, bugün'ün parası zor çıkacak gibiydi. Şayet dükkânımın şimdiden taşlandığına şahit oluyordum tam şuan.

Kumsaldan aldıkları taşları camıma atan ve saksıları deviren küçük oğlan grubuna baktım. Elimi anlıma yapıştırdım, çocuklara bile engel olmaktan acizken... kendi götümü nasıl kurtaracaktım.

Eskiden kucağıma alıp, kitap okutturduğum çocuklar bugün saksılarıma işiyorlardı. Beni kahreden görüntüye bakarken, beyaz ama artık çoktan krem rengini alan tişörtümün çekiştirilmesiyle kafamı çevirdim. Elinde kitap tutan küçük kız çocuğunun boyuna erişmek için eğildim ve gülümsedim. Sarışın, deniz kadar mavi gözleri ve tertipli örgüsüyle çok naif görünüyordu.

"Bana başka kitap verir misin?" dediğinde gülümsemem daha da artmıştı. Başımla onayladım hemen kendisini ve koşa koşa terzi dükkânımın arka tarafında, menteşelerden yapılmış kitaplığımdan iki tane kitap alıp, örgülünün yanına döndüm. Çocukken okuduğum kitaplardan birini ona verirken, kendi kitabımı annemin yapmış olduğu eski kumaşlı bel çantasına attım.

"Çay alalım mı?" dedim örgülü saçlı kıza. Söylemiştim değil mi, Elinde kitap olan herkese bu kasabada bedava çay verilirdi. Çocuk benimle pek konuşmak istemese dahi, beni hâlâ sevdiğini biliyordum. Beni başıyla onayladığı zaman, çay satan kasabalının yanına doğru gitmiştik.

Ellerini önlüğüne silen çaycı kasabalı küçük kıza gülümserken, bana olan yüz ifadesi donuklaşmıştı. Bana çay vermeyeceğini tahmin etmiştim zaten. "Sorun değil," dedim iki dudak arasından neredeyse duyulmayacak olan bir tonla. Tam arkamı dönüp gidiyor iken, adımın seslenmesiyle durdum. Elinde çay olmasa bile bir defter tutan çaycı abiye baktım anlamsız bir şekilde.

"Biliyorsun... ben Bay Min'i hiç sevmem," hâlâ anlamıyordum ama bu biraz beni sevindirmişti. "Tabii bu ona hak vermediğim anlamına da gelmez." Elini gergince yine önlüğüne sürdü ve etrafa bakarak elindeki defteri elime tutuşturdu hızlıca. "Yine de bu kasabada okumayı bilen nadir kişilerdensin, bu defter Yoonginindi."

Sevdiğimin adını duyar duymaz, içimde atan sönük kalbin atışlarını midemde hissediyordum. Hemen yanımdaki örgülü saçlı kızın elini bırakıp, terzi dükkanıma doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladım. Kilitli bile olmayan kapıyı hemen açtım ve 'açık' yazan tabelayı 'kapalı' olarak çevirdim. Annemin dantelleriyle donatılmış, eski menteşeli dolaptan okuma gözlüklerimi aldım ve eski kumaşlarla örtülü kanepenin üzerine kendimi atıp hemen defteri açtım. Defter çok eskimişti, üzerinde kahve ve çay lekeleri kendini belli ediyordu. Üstünkörü baktığım kadarıyla herhangi bir yazım yanlışına da rastlamamıştım. Mürekkep lekelerine bakacak olursak, dolma kalemle yazılmıştı ve elyazısı çok temizdi. Satırlar arasında parmakalarımı gezdirip, burnumu çektim. Görüşüm, dolan gözlerim yüzünden olsa gerek çok bulanıklaşmıştı. Yavaş yavaş okumak istiyordum bu günlüğü, hemen bitsin istemiyordum. Bu yüzden biraz ağlamamın geçmesini  bekledim.

the 1975 I yoonkookΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα