5; şarkılar nasıl olur da tanıyorlar seni?

114 16 2
                                    

Bazen farkında olmadan gülümseme yerleşiyordu dudaklarımın kenarına ve gözlerimi her çevirdiğim yerde yansıman beliriyordu karşımda. Her mutlu olduğum vakitlerde sığınıyordum yine sana. Daha sonralar da ise, buruk bir tebessüme dönüşüyordu bu mutluluk, bu endam, bu sevgi.

Seni hâlâ çok seviyorum. Her nerede, ne yapıyor isen sadece hisset. Unutma beni, iyi olayım zihninde.

Tahta sandalyenin üzerindeki hırkana bakıyorum çoğu zaman. En çok üşüdüğüm zamanlarda bile ısıtıyordu içimi... en sevdiğin parfümden sıkıyordum ve okyanus gibi kokan hırkanın içinde sen gelene kadar kaybolmak istiyordum.

Geleceksin, bir gün geleceksin. Belki aynı kaldırım taşları üzerinde yürüyor olurduk, belki bir kafede, kütüphanede, lunaparkta karşılaşıyor olurduk ve yine beni sinir edeceksin, özellikle gittiğin için beni sinir edeceksin ve ben sana yine kıyamayacağım. Hiçbir zaman kıyamadığım, hiçbir zaman kızamadığım gibi.

Kıracaksın bu yüzden beni. Aptallığımdan vuracaksın yine ama bunlar önemli değildi en büyük aptallığın seni her şeye rağmen sevmek olduğundan biliyordum zaten.

Geceleri yine bardakları kırmak yerine beni kıracaksın ve sabah 'günaydın' demeyi ihmal etmeyeceksin. Böyleydin işte, karmaşık.

Yine de en çok neyi anlayamıyordum biliyor musun? Ben bile seni tam anlamıyla tanıyamazken, nasıl olur da şarkılar seni bu kadar iyi tanıyabiliyordu ve her şarkının içinde bir 'sen' oluyordun?

Fazla komik değil miydi, Yoongi? Mutlu olduğumuz zamanlara ileride çok üzülebiliyorduk. Sanki, mutlu olduğumuz o zamanlara bir daha geri dönemeyecek olduğumuzdan gereğinden fazla üzülüyorduk.

Ve yine, üzüldüğümüz zamanlara ileride çok gülebiliyorduk. Alışıyorduk artık hali ile sırf şu yüzden 'buna mı üzüldüm ya ben' diyerek gülüyorduk, oysa dışarıdan bakıldığında ne kadar da acınası görünüyor.

Tahta sandalyenin üzerindeki, Yoonginin hırkasına uzandım tekrar ve sahil kasabasındaki tek hastaneye doğru koşmaya başladım. Hastane, benim terzi dükkanıma göre en ucundaydı ve bu yüzden uzun bir yol görünmüştü önüme.

Esen rüzgârlar tenime bıçak misali çarpıyordu ve ben koşuyordum. Ayaklarıma denizin suları geliyordu, ardından çok hafif kalkan kumsaldaki kumlar da peşinden denizi takip ediyordu işte. Kalbim hızlıca koştuğumdan değil de, Yıllar boyu sonrası Yoongiyi görecek olmamdan atıyordu. İnanmak çok zor geliyordu gerçekten.

Samimi duygularımla söylüyordum ki, 'kavuşabilmek' hissi içimde yeni doğan güneşi doğruyordu. Tekrar dokunabilmek, koklayabilmek, sesini duyabilmek ve belki çok zor olsa dahi öpebilmek. Hepsi bir ihtimal bile olsa, hepsi bir ihtimalken bile çok ama çok fazla güzellerdi.

Hastanedeydi, durumu nasıldı hiçbir şekilde fikrim yoktu. Kendisi ya iyiydi, ya da kötü. Elimden gelebilecek bir olur muydu da bilmiyordum ama bildiğim şey vardı ki, Yoongi düştüğünde belki kaldıramam ama yanına ben de düşer ve uzanırdım.

Zamana yenik düşümediğimden biraz dahi güçlenmiş olsam bile hâlâ onu kaldırabilecek kadar gücüm yoktu bileklerimde ve dizlerimde. Aksine çoğu yağmur yağan geceleri dizlerimin üzerine düşüyordum. Haykırışlara dönen ağlama seslerimle, yağmur sesleri harmanlanıp iyi veya kötü bir melodi oluşturuyordu.

Ama şimdi olmaz, şimdi dizlerimin üzerine düşersem hastaneye koşamazdım.

İnsanlara çarpa çarpa hastane danışmanına ulaştıktan sonra, ciğerlerimden gelen düzensiz nefesimi kontrol altına almayı bekleyecek kadar bile sabrım kalmamıştı artık. Saymaya dayanamayacak kadar çok beklemiştim zaten Yoongi'yi. Hemen bilgileri verip oda numarasını sordum.

"altı yüz kırk üç, numaralı odada kendi-"  danışma cümlesini tamamlayamadan bile hemen oradan kayboldum ve yine insanlara çarpa çarpa odaya ulaşmaya çalışıyordum. Pardon, odaya değil ben asıl Yoongi'ye ulaşmaya çalışıyordum.

Altı yüz küsüratlı odaların olduğu koridora girdiğimde, tam ulaştım derken birisi kapüşonumdan tuttu ve o an yüzüme yumruğu yememle afallayıp yere düşmek üzereyken, duvara tutundum ve dengemi korudum. Söz verdim kendime ona ulaşana kadar düşmeyecektim şimdi dizlerimin üzerine.

Ben karşılık veremeyip, her seferinde yumruğu yememle duvardan duvara savruluyordum. Bir kulağımdan girip, ötekisinden çıkan sesleri de tiye alsam bile işitiyordum.

"Hastane huzurunu bozup, nasıl milleti düşürebilirsin burada tek senin acın yok," Bir yumruk daha. "Hasta yakınlarına kadar herkesin acısı var burada biraz delikanlı genç ol!." ve de bir tekme. Sinirli adam karşılık veremediğimden olmalı ki beni son kez duvara itip güvenliklerin kendisini durdurmasına izin verip, çekip gitti ve kalabalık da dağılmaya başladı.

Karşımda serumlu koluyla dolaşan, hastane kıyafetleriyle duran Yoongiyi gördüğümde artık düşmek için kendime izin verdim ve dizlerimin üzerinde tam Yoonginin ayağının ucuna düşüp, ayak bileklerine tutundum.

"Yine bırakma beni," daha çok sıktım bileklerini hiç bırakmayacakmışım gibi tuttum... "yalvarırım."

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jun 05, 2020 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

the 1975 I yoonkookWhere stories live. Discover now