Kırk Birinci Bölüm

824 78 206
                                    

İlham perisi beni esir aldığında önce yazacağım karakter zihnimde şekillenir. Onların hayatlarının içerisine çekilir ve onları bir hayalet gibi izlerim. Onların hayatlarından kesitler gördükçe zihnimde bir taslak oluşur ve artık kağıt kaleme ihtiyaç duyduğum o sihirli an gelir.

Biz yazar karakterlerimizin hayatlarının sadece bir bölümünü aktarırız. Bazılarına gerçekçi gelmez. Mesela karakterin yapması gereken gündelik rutinleri anlatmayı es geçeriz. Örneğin ben, okuduğum romandaki bir karakterin her uyandığında dişlerini fırçalamasını ya da haftada bir aldığı kıllarını sürekli okumak istemediğim için -yani sonuçta bunların hikayenin konusuyla ne gibi bir ilgisi var?- kitaplarımda çok sık yer vermem. Bu durum karakterimin pislik dolu bir evde ya da çürük dişlerle yaşadığını göstermez.

Zaten karakterimi oluştururken aklıma bunlar gelmez. Daha çok karakterimi bir olayın ortasında yakalarım ya da bir duyguyla yüzleştiğinde.

Şimdiye kadar hiçbir karakterlerimle acı içinde karşılaşmamıştım. Nefes alamıyormuş gibi iki büklüm olup tezgaha tutunduğumda yeni hayat arkadaşımın hayatına çekilmiştim.

Mutlu hayatına bir gölge düşüren o acı verici olayının içine sürüklenmiştim.

Çok fazla kan vardı ya da karakterimin gözünde o kan çok fazlaydı bundan tam olarak emin değilim. Tek emin olduğum şey acının keskin gerçekliğiydi.

"Gün ışığım, iyi misin?"

Michael, beni o anıdan çekip çıkardı. Daha doğrusu koluma dokunduğunda yerimde sıçrayıp korkuyla ona doğru döndüm. Michael'ın kaşları endişeyle çatıldı ve ellerini havaya kaldırıp geri çekildi.

"Üzgünüm seni korkutmak istememiştim. Kahve makinasının sesinden sonra seni göremeyince endişe ettim ve kontrole geldim."

Michael bir solukta bu cümleleri kurarken benim aklım hala o anının içindeydi. Nasıl bir karakterin geldiğini ya da gelmekte olduğunu merak ediyordum. Calum'ı kaybetme korkusu içerisinde yaşarken bile böyle bir acıyı tatmamıştım.

Acının şiddetini bile derencelendiremiyordum. Sadece kalbimin köşesinde o sızısı duruyordu. Sanki tekrar odaklansam yeniden beni esir alacakmış gibi kuytuya sinmişti.

O acıyı göğüslemeye çalışacak olan yeni karakterimle tanışmak için can atıyordum. Ben de böyle ağır bir duyguyu kaldıramazdım ama ona destek olabilirdim.

Belki de o yüzden bana gelmişti.

Her yazarın tuhaf bir alışkanlığı vardır. Benimse tuhaf alışkanlıklarım vardır. Bunlardan biri de karakterlerimin beni seçtiklerine inanmamdır. Onları ben yaratmam. Onlar bana gelir ve hayatlarını yazmamı, onlara ortak olmamı isterler. Yani onlar beni seçer. Ben sadece onları daha yakından tanımaya başladığım için yarattığımı düşünürüm.

"Bu yüz ifadeni biliyorum."

Michael'ın omuzları bir rahatlamayla düştü. Onun yeşil gözlerine bakıp başımı onaylar biçimde salladım.

"Yeni bir karakter. Evet."

Michael'ın gözlerinde hem heyecan hem de ferahlık gördüm. Rahatlamıştı çünkü Calum ile ilgili bir durum yüzünden bu halde değildim. Heyecanlanmıştı çünkü benim yazdığım karakterleri dinlemeyi severdi. Onunla saatlerce bu konuları konuşabilirdim. Asla sıkılmazdı. Hatta bana yardımcı bile olurdu.

Michael, kahvelerimizi alıp salona geçerken onu takip ettim. Calum, Duke ile birlikte yarım saat önce dışarıya çıkmıştı. Michael ve benim özel konuşacağımız konuların olduğuna inanıyordu. Aslında önceden olanları duymaya heyecanlı ve istekli olmasına rağmen Michael, özel hayatıma ben anlatmadığım sürece burnunu sokmuyordu. O yüzden ona her şeyi olmasa da artık bakire olmadığımı o bana sormadan ben ona söyledim.

War of HeartsWhere stories live. Discover now