XXV - Oyun

2.9K 363 30
                                    

Eksik katlara gitmek eve gitmek gibiydi. Nil'in büyük kayalıklarının altına bir sır gibi saklanmış küçük evimize giderken de böyle hissediyordum. Sanki güvende olacağım bir yere büyük bir özlemin ardından kavuşacakmış gibi... Evimi özlemiştim. Annemle olan günlerimizi özlüyordum. Hatta Quae'yle tek başına savaş verdiğimiz günleri bile özlüyordum. O zamanlar Quae'nin bana ruhum, benliğim kadar yakın olduğunu hissederdim şimdi ise ondan her geçen gün uzaklaşıyordum. Fakat bir şekilde Nocte beni buna bile alıştırabiliyordu.

Kolumda hissettiğim yoğun baskıyla birlikte durmak zorunda kalmış, yanımda duran ve kolumu tutan Amor'un bakışlarıyla karşılaşmıştım. Birinci kata inen merdivenlerin başındaydık.

"Bizimle yemek yemeyecek misin artık?" Nobile'lerin aksine bizim bariz bir yemek yeme ihtiyacımız olmasa da belirli bir süre sonra halsizlik ve yorgunluk hissediyorduk ve ben son birkaç gündür hiçbir şey yememiştim. Bunda tabii ki yemek salonuna gidip başını Amor ve Cura'nın çektiği sevgili grubumla karşılaşmak istememem epeyce etkiliydi. Hala açlık, halsizlik hissetmediğime ve en yakın arkadaşıma kızgın olduğuma göre yemek yememe gerek yoktu. O masada otururken kendimi oraya ait hissetmeyeceksem rol yapmanın ne anlamı olabilirdi ki? Rol yapmak...

Aklıma gelen düşünceyle birlikte sarsılmıştım. Kaç gündür kafamdaki soru işaretleriyle savaşırken ve taraf seçmeye zorlanırken ufak bir oyun oynayarak neden her şeyi kendi gözlerimle görmeyi düşünmemiştim ki? Herkesin düşüncelerini öğrenebilir, bu oyunda kurallarımı kendim belirleyebilirdim. Hiçbir zaman başka birinin peşinden gidecek biri olmamıştım zaten. Bu oyunda kendi safımı oluşturmam için hiçbir engel yoktu.

"Cura içten bir şekilde özür dilediği zaman sizin yanınızda olacağım, Amor." İşte bu da benim oyunumun başlangıcıydı. Cura'nın o özrü dileyeceğini biliyordum ve bu kapıyı o yüzden aralamıştım. Madem kimseye güvenmiyordum o zaman herkese güveniyormuş gibi davranmaktan ne çıkabilirdi ki? Aksine hepsinin gerçek yüzlerini görmek için en iyi fırsatımdı.

"Cura'yla konuşacağım." Güzel. Amor bana gülümserken ona karşılık veriyordum ta ki kafamı çevirip merdivenlerin başında bizi izleyen bir çift yeşil gözle karşılaşana kadar. Gülümsemem suratımda donarken ellerim uyuşmaya başlamıştı. Yumruklarımı sıkmasaydım ağlayacaktım. Şimdi ağlarsam bu oyunu oynayamayacağım anlamına gelirdi ve güçlü olmak zorunda olduğumun farkındaydım. Ondan nefret etmem mi gerekiyor öyleyse edeceğim, güvenmediğim diğerlerinin yanında gülmem, eğlenmem mi gerekiyor öyleyse güleceğim, hiçbir yere ait olamıyorsam kendim için başka bir evren inşa edeceğim. Güçlü olduğumu biliyorum. Nocte'nin görkemi beni küçültemeyecek, bu büyük şatonun gölgesinde karanlığa gömülmeyeceğim.

Merdivenlerden hızlıca inip ikisinden de uzaklaşmaya çalışırken kendimi nasıl Ira'nın hücresine attığımdan habersizdim. Nefes nefese gümüş kapıyı kapamış soluklanırken etrafımdaki farklılıkları görmeye başlamıştım. Yanlış yere gelmiş olmalıydım. Büyük hücreye odamdakine benzer siyah bir yatak yerleştirilmiş, başucuna küçük bir meşale koyulmuştu. Yatağın hemen karşısındaki duvarda büyük bir kitaplık yanında da bir dolap vardı. Masada ise çeşitli güzel yiyecekler... Kesin olarak yanlış geldiğimi düşünmeye başladığımda Ira'nın tanıdık koltuğunun hücrenin en uç köşesinde her zamanki yerinde olduğunu fark ettim. Ayrıca onun kitapları da her zamanki gibi yerde düzgün bir şekilde duruyordu. Şaşkınlığımı üzerimden atamıyordum. Kapı açıldığında yerimden zıpladım. Ira donuk bir ifadeyle bana bakmadan koltuğuna doğru ilerledi. Derin bir nefes alıp kelimeleri toparladım.

"Bu ne?!"

"Eğitimine sana yatağın tanımını yapmakla mı başlamalıyım?" İfadesiz bir yüz, rahat bir tavır ve ilgisiz bakışlarla bana bunları söylerken beni daha fazla çileden çıkarıyordu.

MixtaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin