İpek Mendil

130 37 24
                                    

Şehirden bir saat uzaklıkta bulunan, etrafı yüksek dağlarla örtülü; yeşilin her tonuna hakim sık ağaçlarla bezenmiş, Anadolu'nun sakin bir köyünde yaşayan Fadik, sabahın erken saatlerinde uyanırdı. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra eşi Murat'ı uyandırır, beraber kahvaltılarını yaparlardı. Murat, aceleyle yemeğini yiyip tarlaya gider; akşama kadar tarlada ekin biçerdi. Fadik ise evin işlerini bitirdikten sonra, ahırdaki Benekli ineği alarak yaylalara otlatmaya götürürdü.

Fadik ile Murat görücü usulü evleneli iki seneden fazla zaman geçmiş. Fakat Fadik, hala gebe kalamamıştı. Bu yüzden Murat'la aralarındaki bağ zayıflamış, birbirlerinden uzaklaşmaya başlamışlardı. Ne zaman baş başa kalsalar, aralarında derin bir sessizlik olur. İki laf etmezlerdi.

Fadik, o sabahta Benekli'yi alarak evden çıkmış; köyün toprak yollarında, aklındaki düşüncelerle ilerliyordu. Yaylalara yaklaşmış, Benekli'yi otlara bırakmış, sakin bir yerde onu izliyordu. Bir yandan da gözlerinden usul usul dökülen yaşlarla düşüncelere dalmıştı. Uzaktan işittiği bir çıtırtı ile irkildi. Önce sincap zannetti ama ses gittikçe yakınlaşan bir ıslık sesine dönüştü. Fadik, tedirgin oldu ve hiç arkasına bakmadan Benekli'yi alarak uzaklaştı.

Neredeyse ikindi vakti girmiş, güneş tepelerin ardına gizlenmişti. Fadik, çoktan eve dönmüş, akşam yemeğini hazırlıyordu. Murat'ın da işi bitmişti. Eve dönmeden önce biraz dinlenmek ve ahbaplarıyla sohbet etmek için köyün kahvesine girdi. Oturup, bir yorgunluk çayı içti. O sırada kahvenin önünde lüks bir araba durdu. Herkes içindeki kim ola ki diye bakınırken, birisi sevinçle bağırdı.

-Bu bizim delikanlı Hasan değil mi? Ne ara dönmüş Almanya'dan altındaki arabaya bakılırsa, paçayı da düzeltmiş.

Murat ile birlikte birkaç kişi de ayağa kalkarak Hasan'la kucaklaştılar. İçlerinden biri;

-Hey gidi delikanlı Hasan, hoş gelmişsin yiğidim ne yaptın, ne ettin hele gel, otur anlat bakalım.

Hasan, yakışıklı, kara kaşlı, kara gözlü, uzunca bir delikanlıydı. Tuttuğunu koparan, kafaya koyduğunu yapan, dediğim dedik, cesur bir yanı vardı. Babası arkasında borçlarla ahirete göçünce, bizim Hasan da köyün ağasına borçlanmıştı. Anasını boynu bükük bırakarak, mecburen Almanya'ya çalışmaya gitmişti. Hayat kavgası ile uğraşırken, evlenecek yaşı da çoktan geçmişti. Ben bunları anlatırken Hasan, kahvedekiler ile sohbete devam ediyordu.

-Ne edelim dayı! Hayat bize gurbetliği de gösterdi. Bilseniz nasıl özledim buraları, hele anacığımı. Gelir gelmez ağaya gidip, borcumu ödedim. Bir de ufak tarla aldım. Artık anamla rahatça geçinip gideriz.

Murat, araya girdi.

-Ee Hasan'ım artık başını bağlamanın da vakti gelmiştir. Sen buralarda yokken, ben de evliler kervanına katıldım. Düğünümde gözlerim seni pek aradı amma gurbetteydin.

- Demek öyle ha Murat, Allah mesut etsin kardeşim inan ki pek sevindim. Artık benim düğünümde eşlik ederiz davullara he.

-Ederiz Hasan'ım evelallah. Benim hanım sofrayı kurmuştur, bekletmeden gideyim hayli geç oldu. Haydi görüşürüz.

-Eyvallah kardeşim! Bir gün gelir bacımın da çayını içerim inşallah.

Murat, eve geldiğinde, sofrayı yerde hazır bulmuş; Fadi'nin narin bedeni ise yorgunluktan sedire yayılmıştı. Murat, onu uyandırmaya kıyamadığı için, yemeğini yiyip erkenden yattı.

Ertesi gün yine Murat, tarlaya, Fadik ise yaylaya koyuldular. Benekli, yemyeşil otların arasında otlarken Fadik, yine düşüncelere dalmış, bir bebesi olmadığı için üzülüyordu. Artık Murat'la günlük telaşların dışında bir konu konuşulmuyordu. Onun bunca uzaklığı Fadi'yi kahrediyor. Derin bir yalnızlık hissettiriyordu. Zaten bebesi olmadığı için epeyce üzgündü. Desteğe ihtiyaç duyduğu bu zor dönemde Murat, onu kendi haline bırakmıştı. Köylünün kadınları da o kadar kötü laflar ediyordu ki; Fadik, sadece burada bu sözlerden uzaklaşıyor, azıcık nefes alabiliyordu. Bu düşüncelerle tekrar hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Artık etrafındaki hiçbir sesi işitmiyor, hiçbir şeyi görmüyordu. O sırada arkasından uzanıp, gözlerinin önünde sallanan ipek mendili farketti.

ÖYKÜLERİMWhere stories live. Discover now