ON BEŞİNCİ BÖLÜM

6.1K 831 155
                                    

Kadının sesi güzel, müzik yeteneği olağanüstüydü. Evleneceği adamın şanslı olduğunu düşünmeden edemedim. Ne sesim güzeldi ne müzik aleti çalabiliyordum. Bunlar gerçekten yetenek işiydi. Bende de o yeteneklerden yoktu ne yazık ki.

Yanımda oturan Newsbury kontu kadını dinliyor ya da öyle görünüyordu. Müzik her ne kadar iyi olsa da insanlardan uzaklaşmak için sabırsızlanıyordum. Ne zaman sabit bir şekilde otursam bacaklarımı oynatan bir insandım ama bunu burada yapmak tuhaf kaçacaktı. En azından yanımdaki adamın dikkatini çekeceğini biliyordum. Bu zamanda her açıdan dikkatli olmak gerekiyordu.

Bu hayatta gözlerimi açalı sadece dört gün olmuştu. Düşününce zamanın kısalığı yaşadıklarım ve hissettiklerimle karşılaştırıldığında şaka gibi geliyordu. Sadece dört günde bir abi edinmiş, yakışıklı ve güçlü bir adam tarafından öpülmüş, bir skandala şahit olduktan sonra tehdit edilmiştim. Sanki ölümüme kadar yaşayabileceğim maceralı hayat son dört günüme yüklenmişti.

Geri döneceğim anı merak ediyordum ama dört günde gerçekten sorunları halletmiş olabilir miydim? Eğer bu zamanda dört ay ya da dört yıl kalırsam diye endişeleniyordum. Edward evlenir de beni istemezse nasıl yol alacağımın konusunda karamsardım. Bazen ruhumun köşeye sıkıştığını hissediyordum. Eteğimi düzeltip bacaklarımı kımıldattım. Eğer biraz daha kıpırtısız oturursam bacaklarım uyuşacaktı. Bir dinletinin ne kadar sürebileceğine dair bilgim yoktu.

Dük dört sıra önümde tam çaprazımda oturuyor, dikkatle genç kadını dinliyordu. İkisinin birbirine yakıştığını düşündüm. Dük nişanlanacak birini bulmuş gibiydi. Üstelik annesi de bu birleşmenin ihtimalinden bile memnun görünüyordu. Leydi Clune'nin annesinin yanında oturuyor, bazen ona bir şey söylemek için eğiliyordu.

Bu dünyada Helena'nın annesi yoktu. Onun kanatları altında olmadan eksik büyümüştü. Yaptığı hareketler bundan kaynaklanıyor olabilirdi. Ailemi düşünmek onların özlemiyle ruhumun kıvranmasına neden oldu.

Son melodi odada yankılandığında sonunda genç kadın şarkıya son verdi. Diğer misafirlerle beraber onu alkışlarken derin bir nefes aldım. Odanın içi çok havasızdı. Bakışlarım perdelerin arkasındaki kapıya odaklandı. Terasa çıkıp biraz nefes almak istiyordum.

Başka bir misafir kadının yerini alırken artık kimse o kadar dikkatli dinlemiyordu. İçmek için bir şeyler alırken eğlence için hareketli bir müzik çalmaya başladı. Perdelerin arasından kapının kulpunu bulup yavaşça açarak terasa süzüldüm.

Serin hava yüzüme değdiği an kendimi daha iyi hissettim. Bahçeyi sadece gökyüzündeki dolunay aydınlatıyordu. Modern zamanlarda sokaklardaki lamba yüzünden belki ayın aydınlatma gücüne hiç şahit olmamıştık ama burada yerde hiç ışık yokken ay ve yıldızların erimiş gümüş rengindeki bir ışıkla aydınlattığını görebiliyordum.

Terasın buz gibi soğuk korkuluğuna dayanıp bahçedeki çiçeklere baktım. Kokuları ağır ağır esen rüzgarla bana kadar geliyordu. Sanki her an bir çalılığın arkasından peri fırlayacak gibi hissettiren büyülü bir manzara vardı. Artık hayal ürünü denilen her şeye inanma meyillindeydim. Ne de olsa önceki hayatımda bulunuyordum.

"Bahçede sizi büyüleyecek bir şey mi gördünüz Helena."

Hızla nefesimi çekerek arkamı döndüm. Dük terasın kapısının yanında duruyordu. Mavi gözleri bana kilitlenmişti.

"Büyülü bir manzara olduğunu düşünüyordum," dedim.

Bana doğru yaklaştığında nefesim boğazımda düğümleniyor gibiydi. Öyle bir adamdı ki tüm ilgisini kadının üzerinde topladığında kadının başka bir yere kaçmasının şansı yoktu. Bende korkuluklara yaslanıp ay ışığında koyu görünen mavi gözlerine baktım.

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now