KIRK BEŞİNCİ BÖLÜM

2K 462 41
                                    

Rose'un mezarına uğradığım için memnundum. Geldiğim gün yapmam gereken ziyareti geç bile yapmıştım. Adı gibi pembe güllerden oluşan bir demet bırakmıştım. Bu sefer güller Dük'ün bahçesinde değildi. Yabani gülleri kullanmak zorunda kalmıştım. Onca zaman geçmesine rağmen bebeğin güzel yüzünü hatırlıyordum. Acaba ailesi nasıldı? Onları ziyaret etmek isterdim ama artık başka bir kadındım onlar için. Yanımda o kadar rahat olabileceklerini düşünmüyordum.

Bahar rüzgarı ormanın kokusunu taşıyarak estiğinde derin bir nefes aldım. Şimdi kendimi daha sakin hissediyordum.

Charles'ı gördüğüm an gözlerimin önünden bir türlü gitmiyordu. Nehrin uğursuz sesi, silahı çıkarıp başına dayaması. Sonunda bana bakarken inanmayan o gözleri. Hepsi kalbime birer ok gibi vuruyordu.

Adım adım Charles'tan uzaklaşırken yanından ayrılarak doğru yapıp yapmadığımı sorguluyordum. Elinde silah kendi canına kıymak üzereyken gördüğüm anın öfkesiyle ona her şeyi söylemiştim. Sonuç olarak bana inanmamıştı. Asıl ağlamam gereken bu an olmasına rağmen gözlerimden tek bir damla yaş gelmiyordu. Öfkem, kederimin önüne geçiyordu.

Öfkem aslında asılsızdı. Ben onun için onca fedakarlığı göze almıştım ama Charles yaptıklarımı bilemezdi. Ona göre sevdiği kadın ölmüş, hayatta yalnız kalmıştı. Hem de onun baş düşmanı tarafından öldürülmüştü. Nereden bilebilirdi başka zamanda gözlerimi açıp ona geri dönmek için bunca uğraş vereceğimi.

Adımlarım yavaşlarken iç geçirdim. Sanırım onu orada tek bırakarak hata etmiştim. Gerçekleri bir anlık öfkeyle söylemem hakkında düşünmek bile istemiyorum.

Şimdi bize ne olacaktı?

Muhtemelen dük Ed ile bizi kapı dışarı edecekti. Bu durumda daha da yüzsüz olmam gerekecekti tabi. Eve doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Önce Ed ile ben konuşup durumu anlatmalıydım. Charles'ın bir şekilde öfkesini ona kusacağını biliyordum. Umuyordum ki arkadaşları erken gelirdi. Onun ölüme bu kadar yakın olduğunu duyduklarında yanından ayrılmak istemeyeceklerine emindim. En azından kalmaları için elimden geleni yapacaktım. Bir şekilde onu yeniden kendilerine getirmeleri gerekecekti.

Merdivenleri tırmanırken eteğimi kaldırıp adımlarımı daha hızlı attım. Esen rüzgar sanki daha hızlı olmamı ister gibi beni yukarı doğru sürüklüyordu. Kapıya daha durmadan açılınca bir an bocalayarak durmak zorunda kaldım. Edward'ın dışarı çıktığını düşünmüştüm ama karşımdaki kardeşim değildi.

Greenwood kontuydu.

"Affedersiniz leydim," dedi benden bir iki adım geri çekilerek kapının önünden çekildi. Yine de gitmemiş, dikkatle bana bakmaya devam ediyordu. "Siz Baron Mercer'ın bahsettiği kuzeni olmalısınız," derken gözleri durmadan yüzümde geziniyordu. Edward sadece ona uydurma kimliğimi söylemiş olmalıydı. Yavaşça eğilip reverans yaptım. Onunda aradaki benzerliğe şaşırdığını görebiliyordum. Gözlerindeki keder daha da güçlenmiş gibiydi.

"Evet benim lordum," dedim. Ona ne diyeceğimi düşündüğüm sırada gözlerim ileride hızla yürümeye çalışan adama takıldı. Kim olduğunu anlamayacağım kadar uzaktaydı ama yürürken aksak olmasından onun dük olduğunu biliyordum. Vaktim azalıyordu. Ed'i bir an önce bulmalı ve durumu açıklamalıydım. Belli ki bir fırtına yaklaşıyordu. O fırtınadan sağ çıkabilecek miydik emin değildim.

Yeniden konta baktığımda onunda kaşları çatık bir halde bize doğru gelen adama baktığını anladım. Ayağı sakat birine göre oldukça hızlı ilerliyordu.

"Üzgünüm lordum ama acelem var," dedim ve ona kısa ama telaşlı bir selam verdikten sonra içeri adım attım. Edward muhtemelen kütüphanedeydi. Boş kaldığı zamanlar okumayı severdi ne de olsa.

Koridorda uçarcasına ilerlerken bana şaşkın halde bakan iki hizmetçi kızın yanından geçtim. Aralarında Poppy yoktu. Emin dükün annesinin kaldığı evdeydi. Onu görmek iyi olabilirdi. Ne saçma düşüncelere dalmıştım böyle. Kendime gelmeli ve kardeşimi bulmalıydım.

Ağır kapıyı araladığımda Edward'ın Kont Newabury ile oturduğunu gördüm. Ben içeri girer girmez ikisi de konuşmalarına ara verip ayağa kalktılar. Edward yüzüme endişeyle bakarken Kont kaşlarını çatıp beni incelemeye başlamıştı bile. Onunla uğraşacak durumda değildim.

"Ben bir şey yaptım," dedim masum masum.

Edward gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Kont seni kuzenim Adrianne ile tanıştı-"

Başımı hızla salladım. "Bunun için zamanım yok," dedim hemen kardeşimin yanında giderek koluna girdim. "Dük'ü nehir kenarında elinde silahı intihar etmek üzereyken buldum."

Edward ve Kont aynı anda "Ne?" diye sorduklarında ikisininde durumun önemini anladıklarına sevindim.

"Ona o kadar kızgındım ki," diyerek konuşmaya devam ettim. "Ağzıma geleni söyledim." Edward kaşlarını kaldırıp soru sorarcasına bakınca yutkundum. "Evet tahmin ettiğin gibi her şeyi," dedim.

Edward iç geçirdi.  "Bu kötü oldu," dediğinde onunda yapacak bir şeyi olmadığını anladım. "Ne yazık ki dük arkadaşlarını da görünce muhtemelen bizi kovmak isteyecektir. "

Somurtup Edward'ın kalktığı koltuğa oturdum. "Bunu yapmak istemezdim ama nasıl canına kıymayı düşünebilir. Yaşaası gerekiyor."

Kont Newsbury o anda konuşmaya dahil oldu. "Karısı olarak seçtiği kadını kaybetti leydim. İnanın bana Charles'ı tanısanız onun kolay kolay birini sevmeyeceğini anlardınız. Leydi Helena onun yaşamıydı."

"Biliyorum," dedim keyifsizce. Kont bir an bana daha dikkatli bakmaya başladı. "Acaba siz-"

Kont ne söyleyecekti bilmiyorum ama Ed araya girdi. "Belki mantıklı olmasını sağlayabiliriz. Benim sana inandığımı görünce o da mecbur inanacaktır."

Nefesimi yavaşça verdim. O sırada Kont Greenwood'da içeri girdi. Odanın içinde gözleri hemen beni bulmuştu. "Charles kızgın bir boğa gibi buraya doğru geliyor. Leydim acaba onu kızdıracak bir şey mi yaptınız?"

Dirseklerimi dizlerime dayayıp yüzümü avuçlarıma gömdüm. Edward'ın eli beni teskin edercesine omzumu sıkıca tutuyordu.

"Ona kim olduğumu söyledim," dedim kederle. Benim gerçek aşkım olmasına rağmen inanmaması ruhumu yaralıyordu. Onunla olmayı o kadar çok istiyordum ki bir an elinde silahı görünce sevdiğim adamı kaybetme korkusuyla her şeyi söylemiştim. Fevrilik bana daha sonra eklenen bir özellikti. Oysa her zaman sakin bir insan olarak hayatımı sürdürürdüm.

"Bunun ne gibi sorun yaratacağını anlamadım," dedi John ve Arthur'a baktı. Diğeri ona kendisininde bilmediğini belli edercesine omuz silkti. Acaba dük ile yüzleşmeden kaçmalı mıydım? Ama ondan nereye kadar kaçabilirdim? Onun için burada değil miydim?

Sonunda kapıda dük göründüğünde hemen ayağa kalkıp Ed'in arkasına saklandım. Charles'ın yüzü kıpırmızıydı. Mavi gözleri o kadar parlak bakıyordu ki gözlerimi resmen zapt etmişti.

Edward bir adım öne çıkıp kendini benim için feda etti. "Charles konuşabiliriz."

Charles onu umursamadı bile gözleri bana takılıydı. Şimdi o gözlerin yaşarmış olduğunu görebiliyordum. Charles ağlıyor muydu? Bunun düşüncesi bile yüreğimin sıkışmasına neden oldu. Buraya beni fırçalamak için gelmemiş miydi? Bedeninin titrediğini görebiliyordum. Güç bela ileri doğru adım attığında bir an için dengesini kaybeder gibi oldu. Kont Greenwood ona doğru adım attı ama Charles elini kaldırıp yaklaşmasına müsaade etmedi ve tüm bunları yaparken gözleri hala bendeydi. Sol gözünden bir damla yaş sakallarının arasında kayboldu.

Sonunda Charles dudaklarını araladı.

"Helena"

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now