Bölüm 1: Kül

17 2 0
                                    


''Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta...''

Y. Kemal Beyatlı


Genç kız ince parmaklarını küt saçlarında gezdirirken, dar sokakların kirli duvarlarına benzetiyordu zihnini.

Beyninin içindeki düşünceleri temizlemek istermiş gibi sıkı dokunmuş bir elekten geçiyordu olan biten her şeyi.

Ayaklarını yere vura vura yürüyerek çıkan sesi zihnindeki iyi düşüncelerine cenaze marşı olarak eşlik etmesine izin veriyordu.

Çelimsiz bedeni çıkan rüzgara karşı savrulmamak için daha dik duruyordu o an. Tıpkı hayatı boyunca tüm olaylara karşı olan tutumu gibi...

İçindeki iyiliğe veda ederken küçük bir tebessüm bahşetti uçup giden çocukluğuna. Artık değişen hayatına inat gür bir kahkaha patlattı boş sokakta.

Daha sonra dolan gözlerinden düşen iki damla yaşın tuzlu tadını dudaklarında hissetti. Soğuktan kızaran parmaklarını titreyen ellerine inat gözyaşlarını sildi.

"Son kez." Diye mırıldandı genç kız.

"Son kez iyilik yapacağım. Uçup giden duygularıma gözyaşlarımın yas tutmasına izin vereceğim."

Sahi, becerebilecek miydi bunu ? Ailesinin yasını bile tutamadan ölen ruhunun yasını tutabilecek miydi gerçekten? Belki de yaşam onun bu direncini hak etmiyordu. İçindeki özlem, pişmanlık, öfke duyguları yerini büyük bir boşluğa bırakmıştı. Gitmek istiyordu, gitmek ve bakmamak arkasına...

Yorgun adımları yavaşladı tıpkı inip kalkan göğüs kafesi gibi. Her şeyin başladığı yere varabilmişti nihayetinde. Kesik bir nefes çekti ciğerlerine, aynı zamanda güçlükle yutkundu fakat etki etmemişti boğazındaki yumruya.

Bir zamanlar yanıp kül olan evinin yerine rengarenk çiçekleri olan pencereli bir ev karşılamıştı onu. Şaşırmamıştı aslında genç kız, ''Hep öyle harabe kalacak değildi ya'' diye mırıldandı kendi kendine. Bir süre bekledi penceresinde tomurcuklar filizlenen evin önünde. Gecenin zifiri karanlığı artık ürpertmiyordu içini. Zihni kadar karanlık ve korkunç değildi çünkü.

Kesik kesik zihninde dolaşan anılar gün yüzüne çıkıyordu artık. Annesinin saçlarını örüşü, babasının omuzlarında gezişi, Aliş'in bitmek bilmeyen neşesi... Her pazar ailecek oynanan körebe ve evin yaramazı boncuk... Bir iç çekti genç kız acıyla gülümserken, ve zihninde dolaşan acı anları silip atmak ister gibi salladı iki yana kafasını. Çığlıklarını duyuyordu ailesinin, alev alan perde geliyordu gözünün önüne ve diğer alev alan şeylerle birlikte...

Nefesi kesilirken tutunmaya çalıştı duvarlara. Yardım istemek için açtı ağzını ama izin vermedi göğsündeki sancı, duyuramadı sesini. Destek almak için tutunduğu sokak lambasının yanına yığıldı ağır ağır ve direnemedi bu kez gözleri, teslim oldu karanlığa.

Ve genç kız bir kez daha kaybetti zihniyle olan sonsuz savaşını...

------------------


''Ne içimdeki sokaklara sığabildim, ne dışarıdaki dünyaya...''

Sabahattin Ali


Güneş mahsenine kilit vurulan gecelerde insanın ağır basar en güçsüz tarafı. Karanlıkta kaybolur, kayboldukça o hiçlikte var olur sanki.

Güçsüz düşer yüreği, acı fakat yavaş yavaş çizikler atılır sanki yüreğinin tam ortasına. Nefes alır, alamaz aslında...

Genç adam yavaş adımlarla, kendinden emin bir şekilde geçiyordu çocukluğunun sokaklarında. Kısılan gözlerini inatla açarak bakıyordu her bir köşesinde anısı olan mekanlara.

Derin düşüncelerle yürüdüğü sokakta taşa takılan ayağıyla tökezledi fakat hiç bir şey olmamış gibi donuk bakışlarla yoluna devam etti genç adam.

Gece saatin 1 inde, dudaklarından hiç eksik olmayan sigarasıyla öylece dolaşıyordu dar sokaklarda. Tek umudu vardı o an. Yıllar önce koparıldığı mahallesinden geriye kalan tek şeyi, huzurunu bulmaktı amacı.

Dudaklarının arasındaki sigarasından son bir nefes daha çekti içine. İzmariti yere atıp ayağıyla basarak söndürürken, gökyüzüne çevirdi bakışlarını. Çocukken izlediği yıldızları kim söndürmüştü? Çocukça düşüncesine hafif bir tebessüm bırakıp devam etti yoluna. Gecenin ayazını bastıracak şekilde bir türkü mırıldanmaya başladı. Sesi ona bahşedilmiş ve zamanla yitirmediği tek şeydi belki de... Babasının ona en büyük mirası da denilebilirdi. Mırıldandığı türkü babasının ninni gibi her gece kız kardeşini uyutmak için söylerken onu hayranlıkla dinleyen annesinin en sevdiği türküydü. Geçmişi hatırlamak dağ gibi görünen genç adamı bin bir parçaya bölüp savurmaya yetiyordu her seferinde.

Daralan göğüs kafesine inat derin bir nefes çekerek tekrar ceketinin cebindeki sigara paketine uzandı. Paketten bir dal sigara çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Tam sigarasını yakacakken ileride bir karartı fark etti. Gözlerini kısıp yavaş adımlarla karartıya doğru yürürken dudakları arasındaki sigarayı yakmayı erteledi. Karartının insan bedeni olduğunu anlaması uzun sürmedi ve adımlarını hızlandırdı. Bedenin yanına gelince vakit kaybetmeden nabzını kontrol etti. Yerde yatan genç bir kızdı, saçları yüzünü kapatmıştı fakat yanaklarının ıslaklığını saklayamamıştı.

Genç adam soğukkanlı tavrını koruyarak genç kızın bedeninde her hangi bir kanama olup olmadığını kontrol etti. Her hangi bir kanama olmadığına kanaat getirdikten sonra ambulansı arayıp konumunu belirtti. Ambulansın gelmesini beklerken genç kızın yüzüne düşen saçlarını geriye attı genç adam. Kızın yüzündeki acı ifade içinin burkulmasına neden olmuştu. Yıllar önce kaybettiği ablası geldi gözünün önüne. O da böyle kollarında acı bir ifadeyle can vermişti. O an fark etti ailesini kaybettiği sokakta olduğunu, hatta genç kızın yüzünü aydınlatan lamba direğinin tam altında babasının can verişini. Zihnine doluşan acı anılar bir süre bedeninin buz kesmesine neden oldu. Hala kollarında olan genç kızın bile varlığını unuttu bir an. Zihnindeki anıların savaşına yenik düşmek üzereyken siren sesleri yankılandı dar ve ıssız sokakta. Genç adam ambulansın mavi-kırmızı ışıklarının gözlerine çarpmasıyla içinde bulunduğu savaştan çıkabilmişti.  

Siren sesleri hafif hafif duyulurken geçmişi silindi gözlerinin önünden. Usulca genç kızın yanından kalktı ve ambulansa el salladı fark edilmek için. Ambulans genç kızın yakınında durduğunda sağlık ekipleri inip ilk müdahalesini yapmaya başlamıştı. Genç adam sağlık ekiplerinin sorularını kısaca yanıtlayıp sessizliğe büründü. Kısa süre sonra genç kız hastaneye götürülmek üzere ambulansa bindirilmişti. Ambulans gecenin sessizliğini acı sirenleriyle bölerek uzaklaşırken genç adamın gözüne yerdeki çantaya kaymıştı. Çatık kaşlarıyla genç kıza ait olduğunu düşündüğü çantayı savrulduğu yerden aldı. Aynı yerde çantadan düştüğünü düşündüğü küçük bir fotoğraf ilişti gözüne. Fotoğrafta iki küçük kız çocuğu, abi olduğunu düşündüğü biraz daha büyük bir oğlan çocuğu ve baba vardı. Kız çocuklarının gülen gözlerine takılı kaldı bir süre genç adam. Ne kadar da huzurlu bir aile diye geçirdi içinden. Fotoğrafın arkasını çevirdiğinde eski bir el yazısıyla düşülmüş nota rastladı. 

''Ailemize  bahar getirdiniz ''    11 Nisan 2005

Not üzerinde çok düşünmeden fotoğrafı çantaya attı ve geldiği yolu geri yürüyerek arabasına ulaştı. Arabayı çalıştırmadan önce son kez baktı çocukluğunun sokaklarına. Yan koltuğa bıraktığı çantadan ucu görünen cüzdanı düşünmeden alıp açtı. Kimliğini eliyle koymuş gibi bulup inceledi. Gördüğü isim ona o kadar tanıdık geliyordu ki bir an duraksadı fakat hatırlayamadı. Cüzdanı aldığı şekilde geri bırakıp aracını çalıştırdı ve hastanenin yolunu tuttu. İsim zihninde durmadan yankılanırken akıp giden yolda mırıldandı.

''Ayza Karahan... kimsin sen?''


Ruhumdaki FeveranWhere stories live. Discover now