Bölüm 4: Şükran

4 0 0
                                    


''Çünkü yürekleri acıyan kadınlar, ağlamazlarsa ölürler...''

Aziz Nesin


Hani insanı bir suskunluk örter ya, hiç bir şeyi, hiç kimseyi aldırmadan sessizliğe gömülür, kendi iç savaşını başlatır, kendine zarar verir.

Yıpranır, yıpratır... Ruh gibi, ama bir nefes fazlasını almak için uğraşır. Belki de boşadır çabası, o son nefesi de verip bir daha nefes almaya uğraşmaz. O an, en doğrusu budur...

Suskunluk mesela. Çığlık çığlığa içine ağlar insan. Aldığı her nefes geçtiği yerlerde derin yaralar açarak ilerler.

İşte şimdi tam olarak suskunları oynuyordu Ayza. Dakikalardır tek bir kelime çıkmıyordu ağzından. Gözünden süzülen yaşlar dışında hiç bir mimik hareketi olmuyordu. Sanki kendi benliğini kaybetmişti.

Elindeki eski ve yıpranmış, bazı kısımlarında küçük yanıklar olan kırmızı atkı kardeşinden geriye kalan tek şeydi. Henüz bulamadığı aile fotoğrafıyla zihninde çoktan vedalaşmıştı. Onlardan geriye kalan yalnızca kardeşinin kırmızı atkısı ve anılardı. Ali... Ali'm diye severdi kardeşini gözlerini dünyaya açtığı günden beri. Ellerinin arasında sanki bir canlıya zarar vermekten korkar gibi tutuyordu atkıyı. Gözleri ellerine kayarken usulca süzüldü yaşlar yanağından Ayza'nın. Her gece uyumadan kardeşiyle konuşmayı ritüel haline getirmişti genç kız.  Belki de aklını kaçırmasına engel olan tek şey kardeşine içini dökmesiydi. Özlem dolu sözcükler sarf etmeyi bırakmıştı artık. Ali bugün yaşasaydı 18. yaşını doldurmuş olacaktı. ''Kim bilir nasıl yakışıklı olurdu'' diye geçirdi zihninden.

Bu düşünce gülümsetmişti Ayza'yı. Göz yaşlarını elinin tersiyle sildiği esnada kapı pervazından onu izleyen Mirel'i yeni fark etmişti.  Mirel, gülümseyerek adımladı Ayza'ya doğru. Saniyeler içerisinde yanına vardığında genç kızın dizlerinin önüne çöküp kafasını dizlerine yasladı. Her hüzünlendiğinde yaptığı gibi kız kardeşini neşelendirmek için şarkı söylemeye başladı. Aslında sesi oldukça kötüydü, zaten bu yüzden güldürüyordu Ayza'yı. 

Tuğra, evin içindeki merdivenleri yavaş adımlarla çıkarken Mirel'in sesi kötü olmasına rağmen sanatçı edasıyla kasılarak söylediği şarkıya şahit oldu. Yüzünü ekşiterek hızla merdivenleri tırmandı ve kızların olduğu odaya ilerledi. Ayza ve Mirel'in küçük eğlencelerine katılmak isteyerek sözcüklerini sıraladı genç adam.

''Her gün kuş cıvıltısıyla uyanmak yerine senin kargalara meydan okuyan sesinle uyanıyoruz. Kendinle gurur duymalısın küçüğüm...'' 

Mirel, Tuğra'nın dediğine alınmak şöyle dursun kocaman gülümseyerek abisine doğru reverans yaptı.

'' Size layık bir kardeş olmak için canla başla çalışıyorum Tuğra Karahan.'' 

Kız kardeşinin söylediği şeyle bilmiş bir eda takınan Tuğra, kasılarak kardeşinin derin yaralarına tuz bastı fark etmeden.

'' Benim gibi bir abiye sahip olmak size bir lütuf hanımlar... Bir tanecik abiniz var kıymetimi bilin bence.''

Mirel buruk bir gülümsemeyle içinde kor olan ateşi harladı. Yaşlarını serbest bıraksa bile gözlerinin içi gülerdi Mirel'in. Acılarını yok sayıp öyle bir duvar örmüştü ki kendine, orayı aşıp gülümsemesini soldurabilen hiç kimse olmamıştı. 

 ''Benim tek abim sen değilsin ki.'' dedi ve dolan gözlerine inat gülümseyerek devam etti.

'' Belki yaşasaydılar seninle yaşıt olacaklardı. Evet, tek abim değilsin ama tanıyabildiğim, anılar biriktirebildiğim, doyasıya ağız dolusu abi diyebildiğim yalnızca sen varsın. Siz benim hayatımdaki ikinci mucizemsiniz.''

25 Ocak 1998

Kemal , ikizleri Baran ve Boran'ı alarak bayram için babasının evine gelmişti. Hanımı Handan , 8 aylık bebeği Mirel'i de alıp günler öncesinden  gitmiş ve  bayram hazırlıklarına çoktan başlamıştı. Her bayram olduğu gibi tüm aile toplanıp bu özel günleri birlikte geçireceklerdi. Bayram arifesi tüm aile toplanmış şenlik alanına dönen köy evinde kalmışlardı.

 O sene bayram kışa denk geldiği için sobalar yakılmış, hatta üzerinde patatesler közlenip  iftarda afiyetle yenilmişti. Çocuklar bir an önce uyuyup bayram sabahına uyanmak için can atıyordu. Tüm ışıklar kapanmış ancak sobanın üzerinden yansıyan ateş dans ediyordu bu eski ama bir o kadar da huzur kokan evin duvarlarında. Tüm aile bayram sabahına açmak için kapadılar gözlerini. Fakat soba borusundan sızan karbonmonoksit gazı koca bir aileyi dünya hayatından koparmaya yetmişti. Heyecan ve huzurla kapanan gözler bir daha açılamadı.

Bayram sabahına uyanacakları gecenin sabahını görememişti Mirel'in kocaman ailesi. Çocukların şeker bekleyerek çaldıkları kapının ardında onlarca insan ruhunu teslim etmişti. Köylüler durumu fark ettiğinde bedenleri yan yana karlar üzerine sermişlerdi. Çocuk, genç , yetişkin, yaşlı... Kocaman bir aile hayata gözlerini yummuştu uykularının en derin anında ve sessiz sedasız... Karlar üzerinde uzanan  minik bir beden örtülmüştü renkli çarşaflarla. 

Bedenler tek tek morga götürülmek  üzere ambulanslara taşınırken bir ağlama sesi duyuldu  cansız bedenlerin yanında. Belki bir feryat, hatta bir yakarıştı. Belki de bir imdat çağrısıydı... Köylüler ağlama sesinin nereden geldiğini fark ettiğinde Mirel'in minik bedenini göz yaşları ve şükür nidalarıyla kucakladılar. İşte Mirel ilk mucizesini orada yaşamıştı. Yaratan, Mirel bebeğin kaderini ailesinden çok farklı yazmıştı...

---------

Tuğra fark etmeden yaptığı hatadan dolayı içinden en özgün küfürlerini savuruyordu kendisine. Mirel ve Ayza iki yaralı kızdı onlara geldiğinde. Tuğra küçük bedenine tezat olan büyük yüreğiyle sarıp sarmalamaya çalışmıştı daha o zamandan. Ayza'nın ailesi yangında , Mirel'in ailesi ise zehirlenmeden gitmişti yaşamdan sonraki dünyaya. Tuğra'nın da hikayesi pek iç açıcı değildi fakat bu üç genç birbirlerine merhem olmuştu. Beraber kanamış, beraber sarmışlardı yaralarını. Bu tablonun ressamı, bu sarsılmaz binanın mimarı çakır gözlü bey idi. 

Tuğra mahcup mahcup Mirel'e bakarken telefonu çaldı ve oradan uzaklaşmak zorunda kaldı.

Kısa bir telefon görüşmesinden sonra yüzüne tekrar gülümsemesini takındı. Müjdeli haberi vermek için kızların odasına geldiğinde ikisinin de uyuya kaldıklarını gördü. Yavaş adımlarla kızlara yaklaşıp yatağın köşesine düşmüş olan pikeyi aldı ve kız kardeşlerinin üzerine örttü usulca. Odadan çıkıp ardından kapıyı sessizce kapadı. Kendi odasına doğru adımlarken, babasına kızlara büyük bir sürprizi olduğunu ve içeriğinden kısaca bahseden bir mesaj attı. 

Cihan, telefonuna gelen kısa mesajla yoğunlaştığı dosyalardan kaldırdı kafasını. Evde çalıştığı vakitlerde rahatsız edilmeyi hiç istemezdi. Saatlerdir bir müvekkilinin dosyasını inceliyordu fakat işler istediği yönde ilerlemiyordu. Biraz ara vermenin iyi olacağını düşünerek telefonunu aldı ve  çalışma odasından ayrılıp mutfağa doğru adımladı. Mesaja bakmayı erteleyerek kendisine kahve yapmaya başlamıştı yaşının getirisi olan ak saçlarını geriye yatırırken. Alnına düşen tutamları kestirmeyi aklına not ederek devam etti. Kahvenin, üzerindeki yorgunluğu atmasını dileyerek mutfak masasına kuruldu ve kahvesini yudumlamaya başladı. Aynı zamanda parmak izini okutup telefon kilidini açtı ve mesaja baktı. Oğlu aynı evin içinde bu haberi yüz yüze söylemek yerine mesaj atmayı tercih etmişti . 

'' Ah bu gençlik...'' diye geçirdi içinden. Büyük bir dikkatle mesajı okurken keyfi çoktan yerine gelmişti. Üzerindeki yorgunluk sanki hiç var olmamıştı. Kahve fincanını dolu olmasına rağmen mutfak tezgahına bıraktı ve hızla çalışma odasına vardı. Sandalyesinin üzerine gelişigüzel attığı ceketini bir çırpıda giyinip koşar adımlarla merdivenleri tırmandı, evin ana kapısına doğru yöneldi ve bürosuna gitmek için gazladı yavrusu gibi sevdiği arabasını.

Cihan, içindeki heyecanı bastıramazken kızlarının duyacağı heyecanı düşündü. Ve şükretti hiç bir zaman inancını kaybetmeyen adam. Bir kez daha şükretti yaradanına kızlarının yüzünü güldürme fırsatını ona verdiği için.

''Tüm şükür ve şükran sana...''

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 08 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Ruhumdaki FeveranWhere stories live. Discover now