- Tanışma -

204 5 0
                                    


Amansız bir savaşın ortasında senin, beni yalnız bıraktığını gördüm.
Üstelik savaşım senin içinken...

Sanki gözüme biri ışık tutuyor gibiydi, tereddütle gözümü açtım. Sabah olmuştu bizimkiler hâla eve gelmemişti.
Saat sabah 12:40 dı ve benim 13:40 da dersim başlayacaktı. Hemen elimi yüzümü yıkamak için ayağa kalkacakken başımın dönmesiyle birlikte geri yatağa oturdum ve kulağım sanki evin içine ses bombası atılmış gibi çınlamaya başladı.

Biraz nefes çalışması yaptıktan sonra yavaşça kalkıp banyoya gittim. Suyu ılık ayara getirip içine girdim.
Suyun o akışkanlığına kendimi bir süreliğine kaptırsam da vücudumun belli yerlerindeki mühür şekline benzeyen morlukları görmemle birlikte birden irkildim.

Dünkü yaptığım ritüelden dolayı olduğunu düşünüyordum. Aklıma dün yaptıklarım şeyler film şeridi gibi geliyordu. Ve bandajlı elimde arada zonkluyordu.
Daha fazla uzatmayıp hemen banyodan çıktım.

Üstüme kalın bir swetshir altımada jogger pantolon giyip evden aceleyle çıktım.

Ankara'da her zamanki gibi yoğun bir trafik vardı.
Şehir leş gibi kokuyordu, insanlar bana çok saygısız ve garip geliyordu ya da ben onlardan farklıydım.

Metroya binip Sıhhiye durağında indim. Üniversiteme giden o dik yokuşu yine zar zor çıkmıştım.
Nefes nefese dersimin olduğu sınıfa gittim ve ön sıralardan bir yer kaptım. Daha kimse gelmemişti ya da gelmişti ama kampüsün kafesinde bir şeyler içiyorlardı.

Derslerime önem veriyordum ama bazen kendimi kaybedebiliyordum. İçten içe arayış içindeydim, onu arıyordum; o gözleri, o suratı, o bakışları arıyordum.

Yıllardır sadece adını bildiğim, rüyalarımı güzelleştiren o, şimdi bir yerlerde öylece duruyordu. Onun yanımda olmayışı beni eksik hissettiriyor, bana hayatı zindan ediyordu.Elimden ritüellerden başka hiç bir şey gelmiyordu.
Zaten dün de gelmiş geçmiş en güçlü ritüel olan ,Antik Yunan zamanında yapılan, "Ruh Bağlama" ritüelini yapmıştım. Yapılışını Türkiye'de benim de hipnoterapi dersi aldığım Vildan hocamdan başka kimse bilmiyordu. Biliyorsada kimse bundan bahsetmiyordu çünkü bu ritüelin adını bile anmak Kan Ruhuna hizmet etmekle aynı şey olduğunu düşünüyorlardı.

Ben de tabiki bu ritüeli Vildan hocamdan öğrenmedim o bana böyle şeylerin hep yanlış olduğunu ve karanlığa hizmet etmememiz gerektiğini söylerdi. Biz şifacılar hep ışığa hizmet etmeliymişiz, içimiz hep huzurlu olmalıymış felan filan...
Ben maalesef ki öyle bir şifacı olmadığımdan içimdeki karanlık ruha hizmet veriyordum. Dersler ve terapilere başlayalı yıllar olmuştu ama yakın hissettiğim tek bir ruh vardı; karanlık ruhlar.

Vildan hocamın klinikte sakladığı bir kaç kitabı vardı ve kimseye onları okutmaz, dokundurtmazdı. Bir ahşap kutunun içinde kilitli tutardı.
Bu kutuyu sadece Klinikte çalışan bir kaç kişi bilirdi ama içinde ne olduğunu kimse bilmezdi ta ki o güne kadar:

İçinde gizli, karanlık şeyler olduğunu hissetmiştim aslında, daha sonra Vildan hocamın yanında çalışan ve asistanlığını yapan Arzu hanım bir gün mutfakta arkadaşlarıyla konuşurken kapıdan kulak misafiri olmuştum, kutunun içindeki bazı şeyleri okumaya fırsat bulduğunu söylemişti, Arzu hanım okuduğu kelimeleri anlamsız ve boş bakışlarla arkadaşlarına söylemeye çalışırken ben de hemen not defterime yazdım ve çevirdim, okuduğu kelimeler Yunancaydı ama Türkçeye çevrildiğinde karanlık ritüellerden bahsediyordu, işte bu yüzden o kutunun içindekiler daha da çok ilgimi çekmişti ve ben de o gece o kutuyu çaldım.

Kutuyu çalar çalmaz hemen içindeki kelimeleri Türkçeye çevirip kitabım içinde anlatılan ritüelleri kendimde uygulamaya başlamıştım. Bu arada Vildan hocam kutunun çalındığını fark etmişti ama sandığımın aksine çok büyük tepki göstermemişti yalnızca tek dediği bir söz vardı "umarım ruhu ebediyen kötülükle mühürlenmiş birinin eline geçmemiştir.."

Ders bitmişti, zaten kısa sürüyordu. Arkadaşlarım sınıfın kapısında toplanmış plan yapıyorlardı. Oradan geçerken Yeşim ve Bahar beni durdurdu; bir kafede oturup monopoly oynayacaklarını, benim de onlara katılmamı istediklerini söylediler. Ben de bu sefer naz yapmadan ve kabul ettim.
Normalde eve gidip bu gece yapacağım ikinci büyük ritüel için hazırlık yapacaktım hazır annemler yokken. Sonra biraz düşünüp vazgeçtim bir iki gün hayatımı akışına bırakmak istiyordum. Normalde yaptığım şeyler 24 saat içinde gerçekleşmesi gerekiyordu ama maalesef ki aylardır hiç bir gelişme yoktu. Sadece daha fazla rüyama giriyor daha fazla bana acı çektiriyordu.
Neyse ki o kitapların içinde daha binbir çeşit ritüeller vardı. İllaki biri tutmazsa diğeri tutacaktı.

Kızılayda karanfil sokakta Monopoly Cafe'ye gittik ve 8-10 kişilik bir masa kiraladık çünkü bizim sınıftan bir grup kafile daha geliyordu.

Oynayacağımız oyun belliydi ama monopolynin bir sürü serisi vardı.
Uzun süre düşündükten ve konudan bağımsız laf kalabalıklarından sonra Yeşim yüksek sesle "Tamam artık, yetti ! Dijital bankacılığı oynayalım yoksa hiçbir şey oynayamadan buradan gideceğiz yine."  diyip kutuyu aldı ve içindekileri Ceren ile birlikte kurmaya başladılar. Ben de Baharla kullanım kılavuzunu okuyup oyunun nasıl oynanacağını çözmeye çalışıyorduk. O sırada da Songül bize içecek bir şeyler sipariş ediyordu.

Grubumuz baya kalabalıktı bu yüzden ek bir masa daha alıp masaları birleştirdik.

Oyun ağır ilerliyordu ama her ilerleyişinde daha da zevkli olmaya başlıyordu çünkü bir kaç kişi yanlış arsalara paralarının tamamını harcayıp dibi görmüştü, oyunun sonunu getirecek hiçbir şeyleri kalmamıştı. Bir hırs uğruna yaptığı yatırımlar onların sonunu hazırlıyordu.

Tıpkı gerçek hayattaki gibi zaman geçtikçe her gün her bir insan yavaş yavaş bir şeylerini kaybediyordu ya bir hırs uğruna ya da yanlış seçimleri yüzünden.
Sonuç olarak er ya da geç  hiçbirimizin elinde bu hayat için bir şey kalmıyordu. En acısı da bu değil miydi zaten ? Hiçbirimiz oyunun sonunu getiremiyorduk...

Tam dört saattir bu oyunun başındaydık, hava kararmıştı ve hâlâ devam eden vardı. Benim canım sıkıldığı için pes edip oyundan çıktım. Bana izlemek daha zevkli geliyordu.
Aslında sadece oyun açısından değil her konuda ve her yerde gözlemci olmak beni mutlu ediyordu. İncelemek ve analiz etmek sanırım en karanlık huylarımdan biriydi çünkü inceledikçe insanları daha iyi tanıyor geçmişleri ve gelecekleri hakkında daha fazla bilgiye sahip oluyordum.

Gözüm cafenin dışına takılmıştı. Aradan bir sokak geçtiği için bir sürü insan geçiyordu ve her birini takip edip incelemek istiyordum ama bu imkansızdı.

Tam vazgeçip biraz telefonumla vakit geçireyim derken  gözlerim bizim kafeye giren birine çarptı ve rüzgarın kafesin kapısından içeri esmesiyle o cennet kokusu geldi. Çok büyüleyiciydi, gerçek olamayacak kadar iyiydi. Başım yavaş yavaş dönüyor, midem bulanıyor ve bir güç beni o ortamdan alıkoyuyordu. Biraz daha yakınına gitmek istiyordum. Kafenin girişinde bir adamla konuşuyordu. Dikkat çekmemek adına yavaşça oraya doğru yöneldim. Dışarıdaki hiçbir sesi duymuyordum, sanki kulaklarıma filitre takmıştım. Boğuk sesler vardı, en çok onun nefes alışını duyuyordum.
Yaklaştım, yaklaştım ve farkında olmadan dibine girmiştim sanırım.
Birden arkasını dönüp irkilerek yüzüme baktı ve:
- Pardon ? Birine mi baktınız ?
- Yo-yok yani evet ya da neyse. Kusura bakmayın birine benzettim sanırım.

Tanrım! Bu-bu hayal olmalıydı. Ben, yani o gerçekti ve sonunda onu bana göstermişlerdi..

Aşkın Gözyaşları +18Where stories live. Discover now