hurt.

56 4 1
                                    

Okulun ilk günü Kore'ye göre kapalı bir sabaha sıçsam daha güzel olurdu diye düşündüğüm bir şekilde uyandım.Dün geceden kalma olduğum kısmını hiç tartışmayalım.O güzel sarışını kaçıramazdım.Daha uçaktan iner inmez karşıma çıkıp 'bavulunuzda bir karışıklık olmuş olmalı lütfen beni takip edin.' diye cıvıldadıktan sonra havaalanının deposunda dudaklarıma yapışmasaydı belki daha- neyse ne bileyim ben,sıçayım o an acayip güzeldi!

Telefonum çaldığın da burnuma gelen kremsi şampuan kokusuyla uyandım.
Bir şey burnumu gıdıklıyordu.Acayip rahatsız olmuştum.İsmini bilmediğim ve sadece sarışın olarak etiketlediğim kızın iğrenç kırıklı saçları yüzümün her yerine dağılmıştı.
Telefonu komidinin üzerinden alırken 'kes lan sesini' diye bağırdığım sırada yanımda çırılçıplak uzanan sarışın korkuyla irkildi.Korktu ve üstüme uzattığı kollarını kafama taşıdı.Uzanıp sanki mikroplu bir şeymiş gibi parmak uçlarımla kolunu kenara fırlattım.

Neden bilmem o an bir şeyler midemi bulandırmaya başladı.Telefonu cevaplarken arkama bir bakış atıp gecesinde onu almak için deli olduğum sürtükten nefret ettim.
Tanımsız ve vasıfsız kadınlardan biriydi!
O gibi!
Kadınlar böyle basit ve hiçbir zaman yetinmeyen maymun iştahlının tekiydi!

"Mesajlarımı görmedin mi oğlum sen! Lan ilk günden geç kaldın,nerdesin sen?''

"Tamam Jooyoung uzatma 10 dakikaya ordayım."

O sabah apar topar üstümü giyinip cüzdanımdan elime ne geçtiyse yatağın üstüne fırlatıp otel odasından çıktım.Başım acayip bir şekilde ağrıyordu.Alkol kokmuyordum o kadar fazla ama neden başımın ağrıdığını çözebilmiş değildim.
10 dakikalık yürüyüş beni kendime getirmişti.Ağrıyan başımı biraz daha hafiflemiş hissediyordum.Başımı kaldırıp ileriye baktığımda okula yaklaştığımı gördüm.
Daha okula girer girmez bütün kızların gözleri üstümdeydi.Hiçbirine yüz vermeden Jooyoung'u aradım.Kafetarya da sütlü çay içiyormuş beyfendi. Ressam çocuk içsin bakalım.
Bahçeden geçip kafeteryayı bulmaya çalışırken kendimi farklı bir yerde buldum.Bir yerlerden öldürsen dinlemem dediğim Mozartımsı çello piyano karışık bir ses geliyordu.



Hüzünlü bir müzikti,yani piyano biraz katlanılırdı ama çello nedir abi? ağlıyorum,,,,hayalen cebimden peçetimi çıkartıp yaşaran gözlerimi sildim.

Bu müzikte vücutlarını oraya buraya savurmaktan ne anladıklarını hiçbir zaman çözemem ben.Saçma!
Ben bu müzikle bile uyumuyorum lan.
Neyse bu kadar dalga yeter diyerek kendimi toparladım ve merakıma engel olamayarak doğru odayı buldum.
İçerde kimse yoktu ama müzik çalmaya devam diyordu.Cam bölmeden uzattığım başımı sağa çevirdiğim de görebilmiştim.Sadece bir kişi vardı içerde.Sanırım ısınmaya çalışıyordu.Arkası bana dönük olduğu için sadece belinin altına kadar uzanan koyu kahve saçlarını görebiliyordum.
İçerisi basketbol sahasına benziyordu,yani taban kısmı.Odanın kuzey ve güney duvarları tamamıyla aynayla kaplıydı.Batı kısmında ise boydan boya eşlik eden camın arkasından bütün Londra'nın manzarası gözlerinizle sevişirdi.
Sevişmek derken,çok güzel sevişilir burda.Tuttum bunu bir ara kendime hatırlatırı--
Gözlerimi camdan çekip gitmek üzereyken içerdeki kızı bana bakarken buldum.Mikrosaniyelik bir anla onu bu kadar güzel beklemediğimi fark ettim.Ama sonra geçti bu,bütün kadınlar eşittir sürtük, sürtükler eşittir kadınlardı.
Tamam o güzel ama bu onun bir sürtük olduğu gerçeğini değiştirmez.Benim gözümde hepsi aynı.
Yüzüne bakarken bunları düşünüyor olmak benim için sıradan bir şeydi evet. Ben her kadına baktığım da güzelliğinden önce bunları düşünürdüm.Belki daha önce değil, yani o beni aldatan ve bunu ustalıkla aylarca sürdüren o kadından sonra artık böyleyim.

Ben bu sularda yüzerken,o sanki bütün kemiklerini kırmışım gibi asi ve hırçınca bana bakıyordu.En sonunda olduğu yerden kıpırdayıp bana doğru yürümeye başladı.Camın diğer tarafındaydı aslında ama o bununla kalmadı.
Hiçbir kadının bana dayanamayacağını biliyordum ama bu kadar kolayını beklemiyordum.Size burda Londra bütün ayaklarınızın altındayken sevişmenin güzelliğinden bahsetmiş miydim? Birazdan onunla sevişmem için yakamdan tutup içeri çekeceğine emini-

"Burda senlik bir şey olduğum sanmıyorum?" dedi,sesindeki sinirlilikle.Farklı bakıyordu,ilk defa gördüğüm bir tonda.Üstelik Korece konuşuyordu.
Afallamıştım,belki biraz zoru oynamak istiyordur he?

"Var." dedim vakit kaybetmeden.Soru soran gözlerini gözlerime diktiğin de içimde kesilen şeylerin adını koymak için fazlasıyla yabancıydım. "Arkandaki manzara."

Arkasını dönüp gözlerimle işaretlediğim yere baktı.Sanırım bale öğrencisi olduğumu düşünmüştü.Birden az önce ki ukala bakışlarını mahcupvari olanlarıyla değiştirdiğin de bu kadar hızlı başka birine dönüşmesi kafamı karıştırmıştı.

"Bu saatler genelde bana ait.1 saat sonraya gitmiş olurum." Kapıyı yüzüme kapatıp pratik yapmaya kaldığı yerden devam etti.

Dediği gibi yaptı ve 1 saat dolmadan ayrıldı ordan.Joooyung defalarca aramasına rağmen ve baya ders kaçırmama rağmen şu an daha eğlenceli şeyler peşindeydim.Garip bir şekilde içimden bir his, bugün ondan asla ayrılmamam gerektiğini söylüyordu.

Evet çıkmasını beklerken biraz sıkılmıştım ama çabuk geçmişti.Mrs. Hırçın bale salonunu terk ettikten sonra herkes asansörü kullanırken merdivenleri çıkmaya başladı.Gittiği yere bakılırsa kütüphaneye gidiyor olmalıydı. 2 katta daha mantıklı bir şey yoktu onun için. Bale için modern danslar fazlasıyla absürd kaçabilirdi. Neyse o , 2.kat trabzanlarına gelince biraz durdu.Aşağıdan onu seyrediyordum ama bu, ne derler sadece eğlence içindi.

Arkasından girdiğim koridorda yine bütün kızların ilgi odağıydım ama hepsine hemen önümdeki Bayan hırçını gösterip ''o benim'' işareti yaptım.Yüzleri düştü haliyle.İçimden sıçana kadar gülmek geliyordu ama bozuntuya vermedim.Her hareketiyle hemen biraz ilerimde yürüyen kadını izliyordum.Birden çantasına yöneldi ve onu karıştırırken fark etmeden yere bir şey düşürdü.Gidip düşürdüğü şeyi aldığım da bunun öğrenci kartı olduğunu gördüm.

Park Autumn / 04.10.1995

4 Ekim mi,ben bu tarihi bir yerden hatırlıyorum.Telefonu cebimden çıkarıp tarihi kontrol ettim. Bugün 4 ekimdi, onun doğum günü...hımm

Bu fırsat bir daha kaçmaz Baekhyun, diyerek baya gaz verdim kendime.O tam kapıdan girmek üzereyken birden arkasını döndü.Sanki arkasından gelenin ben olduğumu biliyormuş, anlamış gibiydi.Gayet otoriter gözlerle bakarken öğrenci kartı elimde, elim havada kalmıştı.Ne olduğunu anlamadan kartı elimden alıp,söyleyebileceği tek kelimeyi söyledi ve gitti.

''İncinirsin!''

first sournessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin