6. BÖLÜM

6.6K 553 69
                                    

"Buda ne, neden açılmıyor bu lanet kapı?" Bir yandan kendi kendime hayıflanırken, diğer yandan anahtarı, bilmem kaçıncı kez kilide sokmayı deniyordum ama ne yazık ki sonuç yine hüsran. Sorunu neydi bunun? Daha bir kaç gün öncesine kadar kapı gayet rahat açılıyordu. Anahtarı, sanki ilk defa görüyormuşçasına incelemeye başladım. Elimde bir süre evirip çevirdikten sonra... Ah tabi ya! Değiştirmiş. Hemde benimkinin, tıpatıp aynısı olan bir başkasıyla. Doğrusu bu, tam da Boris'e yakışır bir hareket. Ne bekliyordum ki zaten, anahtarı bana öylece geri vereceğini filan mı? Yapma Alex. O senin ağabeyin, tabi ki de tıpkı senin gibi işgüzar olacak.

Boris'in yanından ayrıldıktan sonra eve gitmek yerine ilk işim, elbette gizemli odayı ziyaret etmek olmuştu. Ama belli ki ağabeyim, ona verdiğim söze ihanet edeceğimi önceden tahmin etmiş ve bana bu ihanetimin bedelini peşin peşin ödetmişti. Birinin, hayatımı kurtardığın için sana borçluyum deyip, seni sahte bir anahtarla ödüllendirmesi hangi zekanın ürünü acaba? Cevap tabi ki de Adalbeorht sülalesinin beyninde saklı.

Her şeye rağmen, bu işe yaramaz anahtar da benim için bir çıkış yolu olmuştu. Eve her gittiğimde, olası bir Agatha felaketinin stresini yaşamaktan kurtulmuştum. Boris'in verdiği, gerçeğinden benim bile zor ayırt ettiğim anahtarı, büyükannemden çaldığım orjinalinin yerine koymuş ve o fark etmeden, bu kayıp anahtar sorunsalından kurtulmuştum. Yine de sağol Boris, sen iyi bir ağabeysin.

***

Sarayın geniş ve ihtişamlı koridorlarından birinde, kralın toplantı odasına doğru yıldırım hızıyla koşuyordum. Kral Wilhelm, suikast olayıyla ilgili konuşmak üzere, o gün görevli olan tüm askerleri huzuruna çağırmıştı. Ve ben Kıra'nın, yolun yarısında tutan keçi inadı yüzünden toplantıya geç kalmıştım. Şimdi de atımın inat edip koşmadığı toprak yollar yerine, altın varaklı koridorda depar atıyordum.

Ta ki, kabarık bir kumaş yığınına toslayana dek. Kafamı kaldırıp bakma gereği duymuyordum. Çünkü, çarpışmanın etkisini bir hayli azaltan gösterişli elbiseden ve burnumun direğini sızlatan yoğun esans kokusundan karşımdakinin kim olduğunu çoktan anlamıştım. Zaten başımı kaldırır, o şirret yüze bakarsam, yiyeceğim azarın iki katına çıkmasından endişe ediyordum. Bu yüzden de yere odakladığım gözlerle onu eğilerek selamladım.

"Kraliçem bağışlayın. Benim çok acelem vardı, sizi fark edemedim. Çok özür dilerim." O, vücudunu dikleştirip beni bir güzel kalaylamaya hazırlanırken, bende gözlerimi kapatıp şimdiden sabır dilemeye başladım. "Bu ne cüret! Bu ne terbiyesizlik! Sarayın içerisinde, at gibi dört nala koşmakta ne demek oluyor?" Sağol Kıra, gerçekten çok sağol(!)

Hiç ses çıkarmadan, başım önde ikinci darbeyi bekledim. Çağrısına her geçen dakika biraz daha geciktiğim babamdan gelecek üç ve aynı sebepten Acwell'den gelecek dördüncüye de kendimi şimdiden hazırlamaya başlamıştım. Bugün ne de aydınlık bir gündü böyle(!)

"Alexandra... Yoksa sen misin? Benim biricik oğlumun hayatını kurtaran asker misin sen?" Yüzüme doğru eğilip daha dikkatli bakınca, bu durumu fırsat bilip, koca bir gülümseme ve gurur ışıltılarıyla başımı kaldırdım. "Evet efendim, benim." Beni oldukça yapmacık bir hareketle kucaklayıp sıktı. "Ah baştan söylesene tatlım. Sana nasıl minnettarım bir bilsen." Sanırım kaburgalarımı biraz daha sıkarsa, söz konusu minnetini anlayamadan ölecektim.

"Ihm... Şey evet kraliçem. Beni mahcup ediyorsunuz. Ben yalnızca görevimi yaptım." Nihayet bedenimi serbest bırakıp, bu kez de yüzümü elleri arasına alarak devam etti. "Tatlım. Mahcup olacak bir şey yok. Ben, yaptığının karşılığını nasıl öderim hiç bilmiyorum ama bundan böyle sen benim kızım sayılırsın. Bunu sakın unutma Alexandra." Ah hayır Harriet çok sağol. Senin üvey kızın olduğumun bilincinde olmak bile bana fazlasıyla yetiyorken, birde üstüne, bu teklifi senden duymaya hiç ihtiyacım yok, inan bana.

KAYIP PRENSESWhere stories live. Discover now