Bölüm 4

265K 10.5K 1.8K
                                    

Orada öylece ne kadar kaldığımızı bilmiyordum. Saate bakmak istemedim. İnsanları duymak, kimseyi görmek istemedim. Yıldızları seyrederken gözlerim orada takılı kaldı, zaman akıp gitti…
Ulaş uyuyordu. Boş şişe parmaklarının arasında gevşekçe duruyordu. Onu nasıl uyandırabileceğimi, uyansa bile nasıl ayıltabileceğimi bilmiyordum. Eve bu hâlde gidemezdik, nasıl gideceğimiz konusunda da hiçbir fikrim yoktu. Sanki bunu sesli düşünmüşüm gibi Ulaş’ın telefonu titremeye başladı. İsteksizce cebine uzanıp telefonu aldım, Hande arıyordu.

“Hande...”

“Gece? Sen misin? Ulaş nerede?” 

“Yanımda,” dedim durgun bir sesle. 

“Sen iyi misin? Aradım ama telefonun kapalı. Sesin neden böyle kötü?”
Sorusunu cevaplamadım.

“Uyuyakaldı. Biraz içti.”

Hande telaşla bir şeyler mırıldanırken nerede olduğumuzu sordu. Biraz uzağımızdaki büfenin ismini söyledim, ardından Ulaş’ın telefonundan Hande’ye bulunduğumuz konumu gönderdim.

“Tamam, bekle orada. Bir yere ayrılma sakın!”

Ulaş’ı hafifçe dürttüm. “Hey, uyan!”
Hareket etmedi. Oflayarak başını kaldırmayı denedim. “Ulaş! Kalkman gerekiyor…”

Bir şeyler mırıldandı. Hafifçe yüzüne vurdum. “Seni taşıyabileceğimi zannetmiyorum.”

Yüzüme sersem bir bakış attı, “Neredeyiz biz?” diye sorup tekrar gözlerini kapattı. Bu kadar çabuk sarhoş olmasını pek beklemiyordum. Bu gece beni oldukça şaşırtıyordu. Dışarıdan fazla şımarık ve şamatacı bir izlenim bırakıyorken yanımdaki adam hiç de öyle bir izlenim bırakmıyordu. “Eve gideceğiz,” dedim.

“Ev...” Gözleri kapalıydı. “Hande geliyor olmalı. Haydi, uyan!” diyerek sözünü kestim. 
Yine gözlerini açmadan gülmeye devam etti. Tamamen uyku sersemiydi ve bu kadar çabuk sarhoş olacağını bilsem belki de içmesine izin vermezdim. Ofladım.
“Hande...” dedi son heceyi uzatarak. “Gelecek!”
“Evet,” dedim ifadesiz bir tonda. Tekrar vücudunu yerden kaldırmayı denedim. 

“En masum ama en duygusalımız...” dedi tekrar gülerken. “Melek gibi kız, bizimle uğraşıp duruyor...” Esnedi. Kaşlarımı çattım. “Ne?” 
Kendi kendine tekrar güldü. “Ben neyse... Emir zibidisi...” Aniden parmağını kaldırınca irkilip geri çekildim. “Ama yok! Onun kuralları var. Altın kuralları... Yeraltı...” Ulaş bir kahkaha patlattı, omuzları sarsıldı. “Yemişim yeraltını!”
Sonunda biraz da olsa onu ayağa kaldırabildiğimde sinirle homurdanıyordum. “Sen ne saçmalıyorsun?”

Ulaş taşıyamadığı bedenini bana yasladı, bir elini gevşekçe boynuma attı ve yüzüme sarhoşluğun verdiği rahatlıkla sırıttı. “Ne ayıp... Yoksa hâlâ öğrenemedin mi? Köstebek duymasın, kırılır...”

Ağzımı açıp bütün bunların ne olduğunu soramadan yanımızda bir araba ani fren yaparak durdu. Emir soğuk bir yüzle sürücü koltuğundan indi, arabanın kapısını kapatıp yanımıza yaklaştı. Şaşkın gözlerle ona bakıyordum. “Hande nerede?”
Ela gözlerini bize çevirdi, bir süre karşısındaki manzarayı sessizce izledi. Gözlerim muhtemelen ağlamaktan kızarmıştı, dağılmış görünüyor olmalıydım. Bu da yetmezmiş gibi Ulaş’ın iri bedenini ayakta tutmaya çabalıyor, omzumdaki koluna sıkıca yapışıyordum. Kısacası hâlimiz berbattı. 

“Seni sabah uyarmıştım,” dedi sakin bir sesle. Büyük bir adım atıp yanımıza geldi ve Ulaş’ın bütün yükünü benden aldı. Biz arabaya ilerlerken Ulaş hâlâ sarhoş ağzıyla bir şeyler geveliyordu. Emir onu bir dakika bile dinlemedi. 
“Neden sen geldin?” dedim kendimi kötü hissederek. 

MAVİ GECE (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin