59. Bölüm - Prens

7.7K 411 50
                                    

Geçen bölümde bir çok tepki yedim. Herkes mutlu olmaları gerektiğini yazdı. Benim planımda hep bu şekilde bir son vardı. Asla bir kere olsun değişmemişti fikrim. Ta ki o bölüm gelip çatana kadar. Özellikle Barlas Cansu'yu ararken, neler yapacaklarından bahsettiği zaman, bir an yazamayacağımı düşündüm. Bu bölümde fazlasıyla iç karartıcı açıkçası. Hepimizin eve tıkılıp kaldığı şu zor zamanlarda bu kadar karamsar bir bölümü paylaşmak ne kadar doğru bilmiyorum fakat artık daha fazla bekletemezdim hem sizi hem bölümü. Bu bölümden sonra final bölümü var. Her ne kadar geçen bölüm final havasında olsa da bir kaç şeye de açıklık getirmem gerektiğini düşünüyorum. Mutsuz sonla hepinizi hayal kırıklığına uğrattığım için çok özür dileyerek şu cümleyle sizi bölümle baş başa bırakıyorum; Hayat mutsuzları yazar.

Bu bölüm Barış'ın ağzıdan olacak.

2 gün geçmişti o kara haberi almamız üstünden. O kara haber,tüm aileyi yakıp yıkmış, sağlam bir kişi bile bırakmamıştı. Cansu'nun bulunması bir umut kırıntısı serpmişti kalplerimize. Kayıpken oluşan boşluk bulunmasıyla biraz kapanmış fakat ölüm haberiyle daha derin, doldurulması imkansız bir delik açmıştı. Annesi ve babası yıkılmıştı kızlarının ölümüyle. Bir annenin yaşayabileceği en büyük acıyı yaşıyordu kadın. Asla kötü düşünmemişti, kızının sağ salim geleceğinden emin bir şekilde beklemişti kızını. Şimdi ise tabutuna bakıyordu yaşlı gözlerle. 

Babası bir köşede oğlunun destekleriyle zor duruyordu ayakta. Nasıl tarif edilirdi ki bu acı? Canları gitmişti bu dünyadan. Gözlerinden sakındıkları yavrularını toprağa vermenin yarattığı dehşet, ikisinin yaşlı gözlerinden okunuyordu. 

Ablaları, abisi onu seven insanlar şimdi onun cenazesi için toplanmış ona son vedalarını ediyorlardı. 

Abime çevirdim kafamı yavaşça desteğe ihtiyacı var mı diye. Elinde kürek, karısının mezarını kazıyordu tek başına. Kimsenin dokumasına izin vermemişti karısının yatacağı toprağa. Şiş kızarık gözlerinden yaş akmıyordu artık sadece bir hiçlik okunuyordu. Bomboş bakıyordu kazarken toprağı. Tüm suçu kendi üzerine almış karısını kurtaramamanın acısıyla yanıp tutuşuyordu. Neler geçiyordu aklından bilmiyordum ama acısını hissedebiliyordum. Küreği her toprağa saplayışındaki nefret kendineydi. 

Yağız'ın annesine veda etmesi için getirmiştik fakat şimdilik arabada bekliyordu Eylülle. Annesini bir daha göremeyeceğini çok acı bir şekilde anlamıştı. Kimsenin ilgilenecek durumu yoktu Yağızla. Belkide kimse onun için görememişti onun gözlerindeki suçluluk duygusunu. Fark edememiştik onun vicdan azabını, kendi yaşadığımız acıdan. Oysa beş yaşındaki bir çocuğun annesinin ölümünden kendini suçlaması, hayatında asla kapanmayacak yaralara sebep oluyordu.

Yıllar geçecekti. Şimdi saatler gibi gelen saniyeler zamanla normal hızına dönecekti. kimse fark etmeyecekti belki ama asla unutmayacaktık Cansu'nun çocukları için can verdiğini. Biliyordum Cansu eğer hayatta olsaydı yine aynısını yapardı. Kendi canını çocukları için feda ederdi. 

Kara bulutlar öğle vaktini akşama çevirdiği şu saatlerde Cansu'nun cenaze namazını kılmak için bekledik. Saniyeler geçti, dakikalar geçti. Kimseden ses çıkmadı. Abimin karısına son vedası, anne ve babasının son vedası. İzleyemedim daha fazla yavaşça başımı aşağı eğdim. Cansu'nun artık olmadığı düşüncesi bir anda beynimde canlanıyor nefes alamaz hale getiriyordu beni. Toparlamaya çalışıyordum kendimi, dik durmaya çalışıyordum. Can dostunu kaybeden bir insan ne kadar dik durabilirse o kadar. Cansu burada olsa kocası için ailesi için dik durmamı isterdi. Fakat burada olmadığı, artık olamayacağı tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Nefessiz kalıyordum yeniden. 

PrensTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon