2: want him to be happy

54 15 4
                                    

Ashton Irwin Instagram'da popülerdi. Herkese açık olan hesabını takip eden yirmi binden fazla kişi vardı. O ise yalnızca otuz dokuz kişiyi takip ediyordu. Tabii hesabını pek de aktif kullandığı söylenemezdi. Sadece aklına estikçe fotoğraf paylaşıyordu. Annesinin doğum gününden tatlı bir fotoğraf, kendisinin birkaç tane seksiyim-ama-farkında-olmadığımı-düşünmenizi-istiyorum fotoğrafı, eski lisesindeki basket takımıyla çekindiği birkaç fotoğraf daha. Instagram'ı aynı bu şekilde başka kim kullanıyordu, biliyor musunuz? Harvey!

Ashton ile ilgili nereyi kazarsam, Harvey'ye daha çok yaklaşıyormuşum gibi hissediyordum. Başta inanamamıştım, ama gerçek buydu işte. Ashton sadece görünüşü bakımından değil, yaşadığı hayat bakımından da Harvey ile bire bir benzerlik gösteriyordu. Karakterim basketbol oynuyordu mesela. Lise takımının basket maçını kazandığı ve seyirciler arasında oturan Flora'ya zafer öpücüğü yolladığı bir bölüm bile yazmıştım bununla ilgili. Şu işe bakın, Ashton da basketbol oynuyordu. Hatta bizim okula transferinden yalnızca üç gün sonra basket takımına girmesiyle dedikodular ortalıkta çalkalanmaya başlamıştı. Yalnızca bu kadar da değil, kilit ekranında Suspiria'nın afişi vardı. Harvey'nin favori filminin yani. İnanın bana, Harvey'nin film zevkini oluştururken bütün entelektüel zekamı kullanmıştım. Favori filmini Suspiria yapmak hem karakterine uyuyor hem de onun kaliteli bir zevki olduğunu gösteriyordu. Eminim Tanrı, Ashton'ın film zevki konusunda benim uğraştığımın yarısı kadar bile uğraşmamıştı.

Kendimi Tanrı ile yarıştırdığım anlamsız bir durumun içine düşmüş olduğuma inanamıyordum! Yine de bütün bunlar en büyük hayalimin gerçek olması gibi bir şeydi. Her geçen gün Ashton hakkında daha fazla bilgi toplamaya çalışıyor, ne kadar bilgi toplarsam da Harvey ile olan benzerliğini daha iyi kavrıyordum. Sırf amacıma hizmet etsin diye basketbol takımına getir götürücü olarak dahil olmam da işte bu yüzdendi. Ashton ise tüm bunları pek de umursuyormuş gibi görünmüyordu. Kızların ona hayran hayran bakmasına alışıktı, muhtemelen beni de hayranlarından biri sanıyordu. Pek de haksız sayılmazdı açıkçası.

"Buraya tembelliğe mi, yoksa çalışmaya mı geldin Addie?"

Noah'yı hatırladınız mı? Şu ben ikinci sınıftayken silgimi yere atıp ezen, üstüne bir de keyifle gülen çocuk. Hah, işte o beyinsiz basketbol takımının kaptanıydı ve neden bilmiyorum, ama benimle uğraşmaya bayılıyordu.

"Adım Ada," diye homurdandım uzağa fırlattıkları bir topu kapıp ona geri atarken. "Kısacık ismimi gereksiz yere uzatmaktan vazgeç."

Pis pis gülmeden önce, "Sana sormayacağım herhalde," dedi ve oyuna tekrar girdi.

Kendimi tribün koltuğuna bırakıp ofladım. Sırf Ashton'ı daha rahat izleyebilmek için böyle bir salaklık yapmamın gereği olup olmadığını düşünmeye başlamıştım ki, topu potaya süren Ashton'a gözlerim takıldı. Rakiplerinden kaçmaya çalışırken nefesimi tuttum ve potaya smaç bastığında tuttuğum nefesi yavaşça dışarı bıraktım. Terden ıslanmış saçlarıyla güzel bedeni, kararlı ifadesi ve maçta yaptığı artistik hareketleri izlemek tam bir görsel şölendi. Az önce farkına vardığım üzere, Noah'nın pişman olmamı asla sağlayamayacağı bir güzellikti bu.

Antrenmanları nihayet bittiğinde spor salonunu paspaslama görevi benimdi. Bunu aslında onların yapması gerekiyordu, ama bu iş için gönüllü olmuştum sonuçta, kimse şikâyet etmiyordu. Etrafı paspaslamaya başladığım sırada neredeyse herkes soyunma odalarına dağılmıştı. Noah, Ashton ve adını bilmediğim bir çocuk dışında herkes. Benim için hava hoştu. Böylece Ashton'ı şut atma antrenmanı yaparken biraz daha izleyebilecektim. Ancak bazı pislik herifler, bazen hayallerimiz ve bizim aramızda duruverirler. İşte Noah tam bu tanıma uyan pislik heriflerdendi.

imaginary reality of harvey sharp ☾ a.iWhere stories live. Discover now