Bölüm 25: Kırılgan Dengeler

4.6K 331 11
                                    

Yiğit'in kolunun altında yürürken diğer herkesin de en az benim kadar şaşkın olduğunu düşünüyordum. Ama dönüp onlara bakmıyordum çünkü gözlerimi Yiğit'ten almam mümkün değildi. Tek gördüğüm oydu ve sanırım o da bunun farkındaydı. 

Yakınlığı zihnimi bulandırıyor, tüm düşünce sürecimi istila ediyordu. Kokusu başımı döndürüyor, sıcaklığı dokunduğum yerden yakıyordu. Kömür karası gözleri yüzümde geziniyorken içimi titretiyordu. Kalbim bir kuş misali çırpınıyordu ve sanki tüm vücudum kalbimin hızlıyla sarsılıyordu. Bana bunu yapması büyük haksızlıktı. 

Zihnimi boşaltıp kendimi mantıklı olanı yapmaya zorladım. Yiğit'in kolunun altından sıyrılıp uzaklaşmak için bir adım attığımda Güneş'in neşeli bir ses tonuyla konuştuğunu duydum. "Ben hemen kahvaltıyı hazırlamaya başlayayım." 

Güneş'e, bizim kahvaltıya katılmayacağımızı söylemek için dudaklarımı araladığımda Yiğit konuşarak bana engel oldu. "Kahvaltıyı hep beraber hazırlayalım. Kalabalığız, tek bir kişinin üstüne iş yıkmak olmaz." Onun sözü biter bitmez konuştum. "Aslında biz gitsek-" Yiğit yine sözümü kesti ve sabırlı olmaya çalışarak derin bir nefes aldım. "Kimse işten kaçmayacak. Herkes mutfağa." Kafasıyla pastanenin içerisinde bir kısma doğru işaret etti. 

"Komutanım." Doğu'nun ne hissettiğini belli etmeyen ses tonu ile seslenmesiyle Yiğit ona döndü. Doğu'nun konuşmaya devam etmesi ile ona döndüm. "Bu arkadaşlar bize katılmak istemiyorlar gibi görünüyorlar. Kalmaları için zorlamasak mı komutanım?" Buz gibi bakışları saniyelik gözlerimle buluştu. Ayaz düz bir ses tonu ile hemen Doğu'nun ardından konuştu. "Katılıyorum, komutanım."

"Patron," Çelebi'nin bana seslenmesi ile ona döndüm. "Biz gidelim. Yapacak işlerimiz var." Kafamı sallayarak onu onayladım ve ona yöneldim. "Gidelim, Çelebi." Yiğit bir anda kolumu yakalayınca olduğum yerde durdum. Ona dönüp önce kolumdaki eline sonra da gözlerine baktım. "Ne yapıyorsun Yiğit?"

Arkamda kalan Çelebi'nin sinirli çıkan sesini duydum. "Senin derdin ne, söylesene bir." Yiğit hemen cevap verdi. "Sen istiyorsan gidebilirsin, seninle bir derdim yok." Çelebi bize doğru yönelince Sinan önüne geçti. Çelebi olduğu yerde dursa da bakışlarını bize dikmişti. Düşmanca hisler beslemediğini biliyordum ama Yiğit'in böyle garip davranıyor olması onu huzursuz etmişti.

Yiğit'e döndüm ve konuştum. "Bunu yeterince uzattın, bırak kolumu." Sinirli ifademi birkaç saniye izledi ve sonra hafifçe gülümsedi. Kolumu bıraktı ve hemen ardından Doğu, onu benden uzaklaştırıp kafa karışıklığı ile bir şeyler sordu. Aynı kafa karışıklığını ben de yaşadığım için cevaplarını duymak isterdim ama daha fazla burada kalamazdım.

Pastanenin çıkışına yöneldim ve yanından geçene kadar Savaş'a uzun uzun baktım. Onun da kafasında sorular olduğunu anlayabiliyordum. Son görüşmemizde Yiğit ile ilgili söylediklerini hatırladım. Yiğit'in bu sıralar aklını kurcalayan başka bir şeyler olduğunu söylemişti. Bu yaptıklarının o aklını kurcalayan şeylerle ilgili olup olmadığını merak ettim. Aklını kurcalayanın nezarethanede aramızda geçenler miydi yoksa başka bir şey miydi, bilmiyordum.

"Yeşim?" Pastaneden çıkmadan hemen önce durup bana seslenen Güneş'e döndüm. "Kalsan olmaz mı? Sana borcum var ve bunu bir şekilde ödemek istiyorum." Güneş'in sözleri samimi geliyordu ama hemen yanında bana uyarı dolu bakışlar atan Ayaz'dan bir haberdi. 

"Borcun yok Güneş. Ne yapmamız gerekiyorsa onu yaptık. Başka birisi de bizim yaptığımızı yapardı." Yeniden kapıya yöneldiğimde yine hızla konuşarak beni durdurdu. "Ama en azından senin için küçük de olsa bir şeyler yapabilirsem," Ona baktım. "kendimi daha iyi hissedeceğim." Yutkundu ve gözlerinin yaşlarla parladığını fark ettim. "Lütfen, kal." diye kırık bir sesle fısıldadı.

SESSİZ SİPERWhere stories live. Discover now