ch8- kusursuzluğun tanımı

830 183 168
                                    


güneş henüz yeni yeni doğmaya yüz tutmuştu. odaları aydınlatan ışık tek bir kişinin olduğu yeri andınlatmıyordu, prens minho'nun kaldığı zindanı.

zifiri karanlığın karabasan gibi çöktüğü, tek bir hışırtının dahi duyulmadığı bu yerde; üşüyor, korkuyor ve istemsizce umutsuzluğa kapılıyordu.

şimdiye kadar yongbok'un onu buradan kurtarmak için sarf ettiği sözlere tutunmuştu. tutunmak için gerçekten güvenli bir dal mıydı? nasıl oldu da asla güvenemediği kişiye,     böyle aciz bir duruma düştüğü gibi güvenmişti ki. acizdi, iliklerine kadar hissediyordu bu iğrenç duyguyu. dört duvar arasına sıkıştığı andan beri bu his etrafını sarmış, böyle hissetmeye zorlamıştı kendisini.

aldığı nefesler genzini yakıyor, odanın iğrenç kokusunu her içine çektiğinde ise iğne gibi ciğerlerine batıyordu. midesi, içine hiçbir şey girmediği için iyice ağrımaya başlamıştı. yongbok iki kez içeri girebilmiş, ikisinde de getirebileceği kadar yiyecek getirmişti. bu gece de gelmesini umuyordu ama ne ses vardı ne seda.

uzandığı pikenin üstünde dizlerini iyice kendine çekerek küçüldü. çok geçmeden kendini uykunun kolları arasına bırakmıştı.

felix ise uyandığı gibi hazırlanmış, jisung'un odasına doğru yol almıştı. talika çoktan hazırlanmış olmalıydı. minho ile vakit geçirebilmesi için yeterli zamanı kendisine vereceğini söylemişti ama abisiyle ne konuşacağını bilmiyordu, büyük olan kendisinin söylediği şeylere bu zamana kadar hiç kulak asmamıştı nasıl olsa.

uzun koridoru aşıp jisung'un kaldığı bölüme geldiğinde, kapıyı tıklattı. henüz çok erken bir saat olsa da daha fazla beklemeye dayanamamıştı. kısıtlı anlarını iyi değerlendirmek istiyordu. eğitim için sadece bir aylığına gidecek olsa da, kendine yakın gördüğü birinin eksikliğini hissedecekti, en çokta kendisiyle laf dalaşına giren biri olmayacağı için eksikliği daha da hissedilir olacaktı.

jisung içeri girmesi için seslenince kapıyı aralamış ve girmişti. çoktan giyinmiş olan bedeni masa başında, elinde birkaç kağıt parçasını incelerken bulmuştu. bakışları kendisini bulduğunda, "otur lütfen," dedi. "krallıkta olmasam da hâlâ ilgilenmem gereken şeyler var." gülümseyip elindeki kağıt parçalarına geri döndü.

masanın bitişiğinde kalan divana doğru ilerleyip oturdu. direkt konuya girmek kaba mı kaçardı, kararsız kaldı. odayı incelemeyi kesip bakışlarını jisung'a çıkardı. o da sanki aklından geçeni anlamış gibi kağıtları bir kenara bırakıp ayaklandı.

"muhafızlara prens minho'yu çıkartmaları için haber verdim. direkt buraya getirecekler, hem burada daha rahat konuşursunuz diye düşündüm." siyah saçlı genç, divanın yan tarafına, cam kenarına doğru yürüdü.

felix, "iyi düşünmüşsünüz, böylesi daha iyi." dedi. daha sonra aklına takılan şeyle, "prens ji, minho nasıl bir eğitimden geçecek?" diye sordu. onun gibi ayağa kalkıp, yanına kadar geldi.

zaten yeterince eğitim almış birine tekrar eğitim vermek zorlayıcı olsa da, farklı bir krallığın eğitimi diğerlerine göre değişkenlik gösterebilirdi. jisung bu yaşına gelene kadar türlü türlü eğitimden geçmişti, hâlâ da geçmeye devam ediyordu. çünkü yaşadığı, gördüğü her şeyi eğitimden sayıyordu, oluyorsa kendisine bir katkısı olduğu için oluyordu tüm her şey.

kapı tıklatılmadan önce jisung yanındaki bedene dönmüş, gözlerini parıldayan yeşil gözlere kenetlemişti. sessizliğin ardından, "öyle bir eğitimden geçecek ki belki geri döndüğünde gelecek kral o olabilecek." diye mırıldandı gülümseyerek.

içeri giren muhafızlar kapıyı açtıktan sonra geri çekilince, minho karşılarında belirdi. ayakta duracak hali yoktu, iki kolundan tutan muhafızlar olmasa duramazdı da büyük ihtimalle.

royaume, hyunlixWhere stories live. Discover now