-1- YAŞANAMAYAN MUTLULUKLAR

84.8K 3.9K 3.8K
                                    


----------------

"Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıkları değil. Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır." demiş Dostoyevski. Eğer böyleyse artık canım yanmıyordu. Sadece, bir acıya dönüşmüştüm. Hayatın adil davranmadığı ama iyi kalmasını beklediği insanlardan biriydim. Başta şansız bir solukla hayat bulan ve gölgeden ibaret olan biri işte.


Sadece kendim olsaydım her şey daha kolay olurdu. Vazgeçebilirdim, tabi ki. Zorluklar mı? Umurumda olmazdı. Yaşamak isteyen kim zaten? İntihar? Hayatın bana verdiği tek şans olabilirdi. Ama tek başıma değildim. Benimki mahvolmuş olsa da hala düzeltebileceğim bir hayat vardı.


Evin kapısını yavaşça kapatmama rağmen yaşlanmış ve benden bıkmış tahta kapı 'Rahat bırak artık yakamı' dermiş gibi sallandı. Elimdeki anahtara baktıktan sonra kapıyı kilitlemeden, gülerek anahtarı montumun cebine koydum. Bir omuzluk canı olan kapıyı kilitlemeyi artık bırakmalıydım. Zaten hırsız benim evimi tercih edip zahmet ederek soymaya kalkışırsa onunla dalga geçerdim. 


Montumun fermuarını çektikten sonra ellerimi ceplere yerleştirip yürümeye başladım. Cebimdeki anahtarlığın soğukluğu zaten bir işe yaramadığı yetmezmiş gibi elimin ısınmasını da geciktirdiği için sinirimi bozuyordu. Havanın soğukluğu mahalle canavarlarını yıldırmamıştı. Annelerinin camdan çağırmalarına 'Tamam' diyerek cevap verseler de anneleri de biliyordu ki kendileri sokağa çıkıp kollarından sürüklemedikleri sürece çocukları eve girmeyecekti. 


"Asya abla!"


Bana doğru koşan Fatih'i kucaklamak için ellerimi ceplerimden çıkardım. Oğlunun bana yaklaşmasından rahatsız olan Songül Teyze kötü bakışlarla oğlunu izlediği pencereyi kapattı ve perdenin arkasında gözden kayboldu. Fatih'i kucaklarken güldüm. "Sanırım annen sana kızacak."


Fatih omuz silkerek geri çekildi ve kocaman gülümsedi. "Seni tanımıyor, ona aldırma."


Aslında çok iyi tanıyor, diye düşünürken iç çektim. Çocukları neşeli ama aileleri laflarıyla acımasız bu mahalle, başımdan geçen her şeyi biliyordu. Kaldırıp yardım etmedikleri için kendilerini suçlamak yerine düştüğüm için beni suçluyorlardı. Gidebilseydim bu mahalleye bir daha adımımı atmazdım ama mahallenin deyişiyle 'rezil' ailemin bana miras bıraktığı dertlerle uğraşırken yeni bir eve param yetmiyordu.


Fatih'in kıvırcık saçlarını okşarken kirlenmemiş gülümsemesine baktım. Ne kadar içtendi! Sekiz yaşında zeki bir çocuktu. Can'ın da bir zamanlar en yakın arkadaşıydı. Unvanıyla, mahallenin oyun kurucusuydu. Bırakın çekingen çocukları, neşesiyle büyükleri bile oyunlara katılmaya ikna edebiliyordu. Bazı geceler onun bulduğu değişik oyunları oynamak için mahalleye dökülen insanları seyrederken onun sayesinde bu mahalle neredeyse nefret etmediğim bir hale dönüşüyordu ama sonra onlara katılamadığım, sadece izlemekle yetindiğim aklıma geldiği için nefret etmeye devam ediyordum. 


"Niye bu kadar mutlusun?" 


Sorumla gülümsemesi arttı ve eliyle ardını gösterdi. "Siyah ağabey ve arkadaşları yeni oyuncaklar getirmiş."

Siyahın ÇırağıWhere stories live. Discover now