0.4

275 50 37
                                    









0.4 - "En büyük çaresizliğim sensin, onlar değil."


Kendi masamda oturmuş, pür dikkat önümdeki yığılı listeleri düzenliyordum; yemek listelerini. Burda çok önemli bir şeydi sonlar. Son yemek ve son sözler gibi. Yani doğrusu nasıl denirdi emin değildim ama infazı olan mahkuma ölmeden önce yemek istediği şeyler sorulurdu ya da ölmeden önceki son sözleri gibi. Bu durum çok garipti aslında. Buraya düşen kimse önemsenmezdi ama ne gariptir ki böyle aptalca şeyler yapılıyordu mahkumlara karşı. Fikrimce ince şeylerdi, insanda suçluluk bırakan durumlardı bunlar.

"Ne yapıyorsunuz, Mösyö Taehyung?" Marius'ın sesi kulaklarıma ulaşmıştı. Kalbi pek temiz olan genç, bana hep küçüğümü hatırlatıyordu bu toy halleriyle.

"Yemek listelerini hazırlıyorum, işim başımdan aşkın Marius." demiştim, hayıflanarak. Bir nedeni yoktu ve ben sadece bu işi sevmiyordum.

Demirliklerin ardına ellerini geçirmiş ve dediğim şeye karşı kafa sallamıştı. Gerçekten güzel ve akıllı bir çocuktu. Ne işi vardı burda? Keşke olmasaydı derdim hep. Doğrusu, keşkelerim bitmezdi. Sonu olmayan bir yoldu benim o keşkelerim.

Bakışlarımı hâlâ onun üzerinde tutuyorken, zorda olsa çıkarmıştı ağzındaki baklayı. "Yaşlı Sam için ne yazdınız?" Bir an kararsız kalıp durmuştu ama sonra devam etmiş ve "O ne istedi son yemeğini?" demişti tek nefeste.

Söylediği şeylerle kalemi tutan elim titremişti ve sanki elimin altında ki kâğıt sıyrılıp gitmişti ordan. Bir kaç kez dudaklarımı dişlemiş ve sonra beklemenin bir anlamı olmadığını düşünüp babasının son istediği yemeği söylemiştim.

"Biraz lapa ve bir somon ekmek."

Söylediğim şeyle demirliklerin üstünde duran elinin titremesine anbean şahit olmuştum. Bedeni hafif ileri doğru sarsılmıştı ama yüzündeki gülümsemeyi hala silmemişti. Aşağıda kalan titrek ellerini, boynunda ki kolyesine götürmüş ve sıkıca avucunun içine almıştı. Onun için işler zordu. Ve sanırım sonrası aynıydı. Her zamanki köşesine geçip oturmuş ve ağzını kapatmaya çalışmıştı. O güçlü ve can yakan hıçkırıklarının hiçbiri duyulsun istemişti. Oysaki tüm koğuş şu an sadece onu dinlemiştik. O ise hiçbir zaman bunun farkında olmamıştı.

Aslında çok kısa bir düşündüğünüzde, insanların gerçekten çok nankör varlıklar olduğunu anlarsınız. Tabii bu ölüm onlara gelene kadardı. Kaybederlerdi o gereksiz duygularını. Garip bir varlıktı insan ve bunu düşündüren yargı her zaman devam edecekti.

"Geç!"

Mösyö Jacqueline'in iki görevli ile genç bir çocuğu itilemesi ve yüksek sesle bağırması, tüm dikkatimi oraya vermemi ve anında tüm düşüncelerimden sıyrılmamı sağlamıştı. Genç başı öne eğik bir şekilde yürüyor ve ellerinden başka bir yere bakmıyordu. Aslına bakarsanız, Mösyö Jacqueline'i hiç bu kadar sinirli görmemiştim bir mahkuma karşı. Ağır bir suçu vardı galiba. Ya da çocuk bizim şefi fena kızdırmıştı.

"Sana iki hafta önce dediğim kaçak." demişti, sanki mahkuma karşı konuştuğunu belli etmek istercesine. Yüzüne karşı bağırmış, sonra ise gencin saçını tüm gücüyle çekiştirip "Kont Luis'in küçük kızına tecavüz eden bu ibneyi bulduk." demişti tükürürcesine.

"Hemde bir sokakta düşünebiliyor musun? Gökte ararken yerde bulduk." demişti, gülerek. Onunla beraber gelen görevliler de gülmüş ve ona katılmıştı. Gülmesine çok takılmamıştım çünkü suçluya olan öfkesini gözlerinden görebiliyordum onun. Bu zamana kadar birlikte çalışmıştık, azda olsa tanımıştım onu.

Yüzümü iğrenircesine mahkuma doğru çevirmiştim. Böyle kişiler için kalbimde bir zerre olsun acıma yoktu. Küçük bir kız çocuğu diye düşünmüştüm o an, ne bekleyebildin ondan. Ne istemiş olabilirdin, iğrenç duygularını tatmin etmesini mi? Bu hem iğrenç hemde rezil bir durumdu.

ultraviolet 𓄹 tkOù les histoires vivent. Découvrez maintenant