0.5

231 47 33
                                    







0.5 - "İhanetin, ecele büyük adımı."


Bir hafta.

Koskoca bir hafta geçmişti gelmesinin ardından. Ne bir şey yiyor ne de benimle tek kelime konuşuyordu. Zayıf bedeni iyice çökmüştü ve bu üzücü durum asla umrunda değildi onun. Gözlerinin altı morarmıştı fakat yaralarına yaptığım pansuman ile daha da iyi olmuştu şimdilik. İyileştirecektim. En azından bunu deniyordum.

Aslına bakarsanız, bana küsmüştü.

Sürekli sorular sorduğum içindir diye düşünüyordum. Ben ona "Seni kurtaracağım." diyordum. O ise bana "Ben seni zaten kurtardım." diyordu. Ben ona sürekli "Bana her şeyi anlat." diyordum. O ise "Anlatılacak bir şey yok." diyordu. İşte zamanımız bu kavramlar ile geçiyordu. Ben ise onun aksine kararlıydım. Onu bu lanet yerden çıkartacak ve kimsenin bizi rahatsız edemeyeceği yere götürecektim. Bir suçu yoktu ki? Nasıl böyle bir adaletsizliğe göz yumabilirdim ben.

"Seviyorsunuz mösyö." Masa başında oturmuş, derin düşünceler içinde takılı kalmışken Marius'ın sesi ulaşmıştı kulaklarıma. Sanırım dediğinde haklıydı çünkü son bir haftadır doğru düzgün işimi yapmıyor ve etrafta iki kat ruhsuzca dolanıyordum. Artık, ne yapsam da onu burdan çıkarsam diye düşünüyordum.

"Gözlerine bakışınız, onunla ilgilenişiniz ya da ona olan sözleriniz mi demeliyim? Aslında kimse böyle sevmez, sevdiğini. Siz çok güzel seviyorsunuz Mösyö Kim." demişti sessizce. Sözleri karşısında tek kelime edememiş ve onun öylece suratına bakakalmıştım. Bu küçük yaşta ne sözlere varıyordu dili. Dediklerini bir kez bile kendim düşünmemiştim ben. Gerçekten ona karşı öyle birimiydim ben? Bir kere daha benliğimi sorgulamama sebep olmuştu küçüğüm.

"Seviyorsanız götürün, onu burdan çıkarın lütfen."

Yere sabitlediğim bakışlarımı tekrar ona çevirmiş ve tam gözlerinin içine bakmıştım. Ve o an aklıma zor bir fikir düşmüştü. Toy bir erkekten böylesine büyük bir öğüt almam, bir yenilik olmuştu benim için.

Hemen masamın başından kalmış ve hızlıca hücreye giderek kapıyı açmıştım. Demiştim ya? Kaybedecek zaman yoktu artık. Beklemenin bir anlamı da yoktu. İçeri doğru bakışlarımı dolandırdığımda, küçüğüm iki büklüm o soğuk zeminde yattığını görmem fazlasıyla üzmüştü beni. Elini başının altına koymuş, o kirli olan zeminde yatıyordu rahatsızca. Rahatsızlığını, birkaç kez öksürmesi ve çokça titremesiyle anlamıştım.

"Kalk Jeongguk." Ona seslenmemle irkilmişti ama kılını bile kıpırdatmamıştı. Neden böyle yapıyordu inanın bende anlamış değildim. Bitmez bir inadı başlamıştı bana karşı.

"Bana neden böyle davranıyorsun?" demiştim, boğuk bir sesle. Göz pınarlarım yanmaya başlamıştı ama bu sefer onun önünde ağlamayacaktım. Derin bir nefes aldıktan sonra tekrar konuşmuş "Bilmiyor musun senin için bir çözüm aradığımı? Bana olan bakışların bile artık eskisi gibi değil." demiştim sessizce.

"O sokakta ki genç sen değilsin şu an. Meraklı, heyecanlı," diye sözümü bitirmemiştim. Onun sözümü kesmesiyle öylece yarım kalmıştı cümlem.

"Seni seven Jeongguk." Yattığı yerden zorda olsa ayağa kalkmış ve yakınıma gelerek bu sözü söylemişti. Tamamlamıştı yarım kalan sözümü. Biraz rahatsız hissetmiştim. Tamamlamaya gücüm yetmeyen o sözü kendisi tamamlamıştı. Ama bana inanın sözümü kesmese söylemezdim, onun kadar açık sözlü asla olamazdım ben. Cümleyi tamamlamaya dilim el vermezdi.

"İnan sana olan sevgim o gece, sokaktaki gibi hâlâ taze. Ama aynı değil." demişti, hüzünlü bir sesle.

Bir şeylerin aynı kalmadığının farkındaydım zaten. Söylediği şeyle ise üşüncelerim doğrulanmıştı. Dediği şey beni incitmemiş değildi ve bunu biliyordum. O ise değişmişti buraya getirildikten sonra. Burası çok fazla değiştirmişti küçüğümü. Bana olan hal ve hareketleri tamamiyle değişmişti. Sayamayacağım kadar çok şey yaşamıştık burda.

ultraviolet 𓄹 tkWhere stories live. Discover now