Bölüm 2

15 2 61
                                    

Sabah başımda bir ağrıyla uyanıyorum. Annemlerin tartışmaları ta buradan duyuluyor. Yine niye kavga ediyorlar acaba? Bıktım usandım saçma sebeplerden kavga etmelerinden.

Yataktan kalkıyorum. Okula gitme fikri öyle üşendiriyor ki beni. Pijamamın altını çıkarıyorum ve gelişigüzel bırakıyorum yatağın üstüne. Ne de olsa annem katlamamı beğenmeyip kendisi yeniden katlayacak.

Bu okul forması da ne kadar bol böyle. Kilo mu vermişim ben? Aniden aklıma biyoloji projesi geliyor. Güya bu sabah erken kalkıp yapacaktım. Omuz silkiyorum, şimdi proje yapacak havamda değilim. Varsın sıfır alayım projeden. Zaten bu sene sınıfta kalacağım.

Kitaplığımdan ''Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği'' kitabını alıyor içinde doğru düzgün hiçbir şey olmayan çantama koyuyorum. Üvey babam ve annem halen kavga ediyor. ''Çok içiyorsun.'' diyor annem ''Kaç kez dedim sana bu kadarı fazla, kendine zarar veriyorsun diye.'' Yüzümü ekşitiyorum, niye bu herife dert anlatmaya çalışıyorsun annem.

Komodinin üzerinden kulaklıklarımı ve telefonumu kapıp odadan fırlıyorum. Kulaklıklarım olmasa ben bir hiçim.

Mutfaktan geçerken anneme ve üvey babama şöyle göz ucuyla bakıyorum. Annemin yüzü kıpkırmızı ve boyuna ellerini kaşıyor. Acıyorum sana annem, eskiden ellerim pamuk gibiydi. Babam bizi terk etmeden önce yani. Şimdiyse öylesine kötü oldular ki, asıl nedeni kimyasal maddelere çok maruz kalmak gibi görünüyor ama ben biliyorum, öz babamı unutmak için temizliğe sarıldın sen.

Bizim yağ tenekesinin üstünde bir gömlek var. Gömlek dar göbeğini öylesine zor kapatıyor ki üvey babam derin bir nefes alsa düğmeleri iflas edecek. Gözleri yine kıpkırmızı, bütün gece içki içti herhalde diyorum kendi kendime. Sana acımıyorum yağ tenekesi, ne demeye evlendin benim canım annemle. Zavallı annemi benden uzaklaştırdın!

Daha fazla düşünmemek için evin kapısına yöneliyorum. Ayakkabılarım duruyor ayakkabılıkta. Annem gerek olmasa bile cilalamış. Temizlik her şeydir diyor hep, temizlik her şeydir.

Babamın terliklerini çıkarıp deri spor ayakkabılarıma uzanıyorum. Birkaç yıl önce, koca bir yaz bir kafede garson olarak çalışıp kazandığım tüm parayla almıştım bu ayakkabıyı.

Köşedeki askılıktan siyah uzun kabanımı alıyorum. Yine çamaşır suyu kokuyor Allah kahretmesin ki! Annem hafta sonu yıkamış olsa gerek. Hapşırıyorum, çamaşır suyuna alerjim var benim annem.

''Allahaısmarladık.'' diye bağırıyorum ve cevap beklemeden kendimi İstanbul'un soğuk havasına teslim ediyorum. Tam kulaklıklarımı takıp kendimi dış dünyadan iyice soyutlayacağım ki Lüle'nin sesiyle irkiliyorum. Lüle benim ilkokuldan beri yakın arkadaşım. Aynı zamanda da bütün hayatım boyunca aşık olduğum tek kız. Ama o bunu bilmiyor tabi, bir türlü açılamadım çünkü.

''Ne o Lüle, beni mi bekliyordun?'' diyorum kulaklıklarımı cebima atarak. Akşam eve dönerken müzik dinlerim artık. Lüle koluma giriyor ve yanağıma bir öpücük konduruyor. ''Tabi seni bekliyordum. Kaç saat oldu bir gelemedin sen de.''

Ofluyorum. ''Sorma Lüle.'' diyorum ''Bizim yağ tenekesiyle annem kavga ediyordu. Bendeki bütün el çabukluğu falan kayboldu tabi.''

Lüle anlayışla başını olumlu anlamda sallıyor. Ama benim ne hissettiğimi tam olarak anlayamadığını biliyorum. Çünkü onun annesi ve babasının otuz yıllık mükemmel bir evliliği var. Hiç kavga etmezler onlar, en küçük çocukları Lüle de dahil olmak üzere dört çocuklarının hepsini çok severler.

Bir süre konuşmadan, kol kola yürüyoruz. Bizimki yine çilek kokuyor. Öpmek istiyorum onu, ama biliyorum durup dururken öpmem onu rahatsız edecek. Gözlerine dikiyorum gözlerimi. Yemyeşiller yine, tam da aşık olduğum gibi. Kalın, kırmızı çerçeveli gözlükleri bile o güzel gözleri kapamaya yetmemiş düşünün artık. Saçlarına bakıyorum, yine karmakarışık. Üşengeçtir benim canım Lüle'm, öyle saç yapmakla falan uğraşamaz. İnce bacakları okul eteğinin içinde kayboluyor yine, tanıştığımız günkü gibi. Giydiği ayakkabılar yepyeni, abisi yine dayanamamış Almanya'dan dönerken bizimkine bir çift de ayakkabı getirmiş.

Böyle akşama kadar düşünebilirim. Ama Lüle suskunluğumuzu bozup konuşmaya başlıyor. ''Annen hala çok temizlik yapıyor mu?'' Başımı olumlu anlamda sallıyorum. Ne kadar anlamsız bir soru bu böyle, annem on yıldır durup dinlenmeden temizlik yapıyor. Lüle moralimin bir şeye bozulduğunu anladığından bir başka soruya geçiyor. ''Baban hala içiyor mu?'' Başımı olumlu anlamda sallıyorum ve içimden o herifi babam olarak adlandırdığı için Lüle'ye kin besliyorum. Benim gerçek babam melek gibidir, bizim evi işgal eden o heriften çok daha iyidir.

Lüle yine soru soruyor. Biliyorum, benim moralimi bozan şeyi bulmaya çalışıyor. ''Biyoloji projesini yaptın mı?'' Başımı olumsuz anlamda sallıyorum. Sen de annemler gibi başlama Lüle.

Lüle aniden duruyor. Gözlerini bana dikiyor ve soruyor ''İyi misin sen Barış?'' Omuz silkiyorum. Bu sorunun sorulmasından nefret ediyorum. Bir daha soruyor ''Barış ne sıkıntın var anlat bana.'' Gözlerim doluyor. Öz babama duyduğum özlemi birine anlatmam lazım.

Lüle bana sarılıyor sıkıca. Anlıyor canımın yandığını. Gözyaşlarımı omuzlarına dökülürken saçlarımı öpüyor. ''Ne zaman istersen konuşmaya başla.'' diyor ''Dinlerim ben seni.''

Geri çekiliyorum. Kaldırımın ucuna oturuyorum ve bir sigara yakıyorum. Lüle de yanıma oturuyor ve bir sigara da o yakıyor. Sigaradan bir nefes çekiyorum ciğerlerime ve Lüle'ye dikiyorum bakışlarımı. Çarpık dişlerinin arasından sigaranın pis dumanını üflüyor.

''Babamı özlüyorum.'' diyorum ''Evet onu hep özlüyordum ama şimdilerde daha bir arttı bu özlem.'' Sırtımı okşuyor ve ''O adamı düşünmeyi kesmelisin Barış.'' diyor ''O adam seni ve anneni terk etti.''

Sigaramdan bir nefes daha çekiyorum. Kimse anlamıyor beni. Hiç kimse! ''O benim babam Lüle. Beni terk etmiş olduğu gerçeği bunu değiştirmiyor.'' Lüle anlayışla bakıyor bana ''Hiç ona ulaşmayı denedin mi?'' diye soruyor.

Başımı olumlu anlamda sallıyorum. ''İki yıl önce nerede yaşadığını bulmuştum.'' Lüle'nin yüzü aydınlanıyor ''Eh ne güzel işte!'' diyor ''Onunla konuşmayı denedin mi?'' Başımı olumsuz anlamda sallıyorum ''Evinin önüne kadar gittim. Yeni bir kadınla evlenmiş, iki de çocukları olmuştu. Kapıyı çalıp ben geldim baba deme fikri beni korkuttu ben degerisingeri eve döndüm''

Başını anlayışla sallıyor. ''Bugün gidelim mi onun evine?'' diyor ''Belki seneler sonra onu görmek iyi gelir sana.'' Aklım karışıyor. On yıldır babamla konuşmuyorum, hem ne konuşacağız ki.

Ama yine de istiyor canım. Onca yıldan sonra babamı görüp ona neden bizi terk ettiğini sormak istiyorum. Lüle gözlerimdeki parıltıdan vereceğim cevabı anlamış olmalı ki sigarasını yere atıyor ve ayakkabısının burnuyla söndürüyor ateşini. Ben de aynı şeyi yapıyorum. Ayağa kalkıyoruz. Lüle elimi tutuyor, küçük bir çocukken her yere böyle el ele giderdik. ''Nerede yaşıyormuş baban?'' diyor bana.

''Sarıyer'de.'' diyorum düşünceli bir sesle ''Karakolun olduğu sokakta, hemen karakolun üstündeki köhne evde.'' Birkaç saniyeliğine duraksıyor. Sonra ''Karşıya vapurla geçeriz.'' diyor ''Sonra da otobüsle sahile kadar gideriz. Evle sahil arasındaki birkaç dakikalık mesafeyi de yürürüz.''

Cevap vermiyorum hemen. Kafam çok karışık. Bir sigara daha yakıyorum. Sigaradan çıkan dumanlar görüşümü bulanıklaştırıyor. Babamın silüetini görür gibi oluyorum. O an anlıyorum, ne denli özlediğimi.

Lüle omuzlarımı sıvazlıyor. ''Bunu yapmak istediğinden emin misin?'' diyor kadife gibi sesiyle ''Seni zorlayacaksa hiç uğraşmayalım.''

Silkiniyorum ve ayağa kalkıyorum. Biliyorum ki içinde bulunduğum bu tuhaf melankoliden kurtulmak için başka bir şansım yok. Üstelik babama annemi bu denli üzdüğü ve yıprattığı için de kızmam gerek. Zavallı kadın öyle çok ağlamıştı ki babam evi terk ettiğinde.

Lüle'nin koluna giriyorum yeniden ve sahile doğru yürüyoruz. Aniden duruyorum. Cebimden kulaklığımı çıkarıp bir tekini kendi kulağımı bir tekini de Lüle'nin kulağına takıyorum. Kandilli'nin yamuk kaldırımlı sokaklarını geçerken bangır bangır gitar sesi çalıyor kulaklarımızda.

Kendimi müziğin ritmine bırakıp beni bekleyen büyük yüzleşmeyi unutmaya çalışıyorum. Çünkü her ne kadar günlük hayatımda oldukça kararlı ve güçlü biri gibi görünsem de konu babam olduğunda kendimi çok güçsüz hissediyorum. Beni güçsüz hissettirdiği için babama kızıyor ama bu kızgınlığın bir işe yaramadığını da biliyorum.

Bir süre sonra müziğin müthiş ahengi içinde kayboluyorum ve kendimi İstanbul'un kalabalık sokaklarına bırakıyorum ve biliyorum ki yanı başımda bana eşlik eden Lüle de kendini müziğe teslim ediyor.

Yokuş AşağıWhere stories live. Discover now