Bölüm 4

10 2 54
                                    

Dönüş yolunda hiç konuşmuyoruz. Ben için için ağlıyorum Lüle ise omzumu okşuyor. Eve dönüp anneme sarılmak istiyorum. Benim biricik annem beni sarıp sarmalasa, hiç bırakmasa keşke. Ben de ağlasam, ağlasam ve ağlasam. Ama biliyorum ki annem ben ağlarsam üzülecek, o yüzden bu fikri aklımdan atıyorum.

Acaba üvey babam hala evde midir diyorum kendi kendime. Moralim zaten bozuk, bir de onun yersiz dırdırlarını çekmek istemiyorum. Üstelik o etrafta olunca annem de bir tuhaf oluyor. Beni sanki sevmiyor.

Lüle'nin hafifçe omzuma dokunmasıyla irkiliyorum. ''Eve seninle gelmemi ister misin?'' Başımı olumsuz anlamda sallıyorum ve önümde uzanan apartmana dikiyorum bakışlarımı. İnsan kendi evine döndüğünde huzurla dolmalı içi, ama benim içim huzurla dolmuyor. Çünkü beni evde bekleyen bir babam yok ya da sıradan bir annem.

Lüle yeniden omzuma dokunuyor ''İyi olduğuna emin misin?'' Başımı olumlu anlamda sallıyorum ve hemen yanımda dikilen ufak tefek kızın yanağına bir öpücük konduruyorum. ''Yarın görüşürüz Leyla!'' Adını telaffuz etmemle kıkırdıyor. O da benim yanağıma bir öpücük konduruyor ve sokakta yürüyen insanların arasına karışıyor.

Hafifçe iç çekiyorum ve apartmana giriyorum. Benim mor duvarlı, yeşil merdivenli apartmanım! Duvarda duyurular var. ''Apartman sakinlerimize duyurulur. Geçen ay aidatını ödemeyen sakinlerimiz, apartmanın çeşitli ücretsiz faydalarından yararlanamayacaktır.''

Gülüyorum, biz hiç aidat ödeyemiyoruz ki. Bizde o para ne gezer?

Merdivenin dar basamaklarını ikişerli üçerli çıkıyorum. Her kattan tabak çanak, televizyon, çocuk bağırış sesleri geliyor. Yine gülüyorum, bizim evden gelen tek ses annemin elektrikli süpürgesinin sesi.

Evimizin ahşap bir kapısı var. Önünde annemin her gün özenle silkelediği püsküllü paspas. ''Hoşgeldiniz'' yazıyor üstünde. Evimize üçümüzden başka giren mi var sanki?

İçeriden ağlama sesi geliyor. Zavallı annemin hıçkırık sesi. Şaşırıyorum, benim güçlü annem babam bizi terk ettiğinden beri hiç ağlamadı ki! Gıcırdayan kapıyı biraz zorlayıp açıyorum. Annemin hıçkırık sesi tavan yapmış durumda. Hıçkırıkları arasında boğuk bir sesle ''Benim ne günahım vardı?'' diye söyleniyor. Senin hiçbir günahın yok annem, yalnız dünya çok kirli bir yer. Senin gibi temiz kalpli insanlar için yaşanacak yer değil.

Ayakkabılarımı çıkarıp terliklerimi giyiyorum. Çantamı bir kenara bırakıp içeri, seslerin merkezine gidiyorum: üvey babam ve annemin yatak odası. Masif ahşaptan kapıyı açıyorum ve içeri giriyorum.

Annem iki kişilik yatağa yüz üstü yatıyor. Kafasını yastığına gömmüş vaziyette hıçkırıklarını yastığa gömmeye çalışıyor. Donup kalıyorum, gözlerimden yaşlar süzülüyor. Biricik annemi üzgün görmeye dayanamam ki ben!

Terliklerimi çıkarıyorum ve yatağa annemin yanına uzanıyorum. Sırtını okşuyorum büyük bir şefkatle. Annem yastığından kaldırıyor kafasını, gözleri kıpkırmızı olmuş. Alnıma bir öpücük konduruyor ve ağlamaya devam ederek ''Bir başımıza kaldık.'' diye mırıldanıyor ''On yıl önce olduğu gibi.'' Anlamıyorum neyi kastettiğini, sormaya da epey korkuyorum. Yalnızca sıkıca sarılıyorum ona, küçük bir çocukken yaptığım gibi.

Bir çeyrek saat geçiriyoruz hiç konuşmadan. En sonunda annem konumunu dikleştiriyor. Kafasını yatağın arkalığına yaslıyor ve gözlerinde biriken yaşları siliyor ellerinin tersiyle. Yanına oturuyorum ve kafamı annemin omzuna yaslıyorum. Bugün bana en iyi gelen şey oluyor bu. Annem koyu kahve saçlarımı okşuyor şefkatle. Hafifçe öksürüyor ve ''Üvey baban,'' diyor ''Üvey baban terk etti bizi.''

Yokuş AşağıWhere stories live. Discover now