V

1.7K 332 273
                                    

Umut, uzun ve karanlık koridorda yürürken karanlığın ve yalnızlığın etkisiyle kalp atışları hızlanmıştı. İçeriyi aydınlatan tek şey tavandaki cızırdayan lambaydı. Rutubet kokusu ciğerlerini yakarken yüzünün gerildiğini hissetti. Önünde duran dar kapıdan geçtiğinde geniş ve mermer sütunlarla çevrili odaya adımını atmıştı. Gördüğü manzara ile şaşkınlıktan gözleri irileşmişti. Karşısında hiç hareket etmeden duran Beril’in orman yeşili gözleri parlıyor, gece kadar siyah saçları ahenkle dalgalanıyordu. Üzerinde mezuniyette giyeceği elbise vardı. Melekleri kıskandıracak zarafetiyle yine göz kamaştırıcıydı. İyi de bu korkunç, izbe yerde ne işi vardı?

Umut kuzeninin yanına doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda Beril’in yüzü değişiyordu. Bir anda elbisenin eteğindeki yırtıklar ve çamurlar gözüne çarptı. Bakışlarını yukarı kaydırdığında kolundaki derin tırnak izlerini görmesiyle şok oldu. Korkarak yüzüne bakıyordu. Beril gülümsüyordu, gülümsedikçe dişlerinin arasından sarkan solucanlar dikkatini çekti. Eliyle ağzını kapattı ve diğer eliyle midesine bastırdı. Beril ağzındakileri çiğnerken Umut, kusmamak için savaş veriyordu. Ne olmuştu ona? Ürkek bakışlarını yere sabitledi. Onu bu hâlde görmek istemiyordu lakin özlemişti de. Titreyen ellerini yumruk yaptı. Konuşmak istiyordu ama bir türlü sesi çıkmıyordu. Kalbi, yerinden çıkmak istercesine çarparken zor da olsa kısık sesle konuşabildi.

“Ne oldu sana?”

Beril’in orman yeşili gözleri doldu. Ağlamamak için gözlerini kırpıştırdı fakat bu yaptığı boş bir çabaydı.
“Umut, o kana susamış yaratık durmayacak. İlk abilerimi sonra da seni alacak. Aklınızdaki soruların cevabı köyde. Laneti başladığı yerde yok edin. Beni huzuruna çıkarttıklarında bir şeyler söyledi. Bilmece gibiydi.

‘Bulursan ilk lanetliyi, çözülür düğümleri.
Bakarsan gözlerine, eski bir evdesin yine.
İlk çığlıkları duydular, son çırpınışlarda kördüler.’
Korkuyorum Umut, rahat değilim. Öldüm ama yine ona geldim. Kurtar beni Umut, kurtar bizi!”
Beril’in yüzü yavaş yavaş silinirken Umut, avazı çıktığı kadar bağırdı. Gitmemeliydi, onu bu kadar bilinmezle baş başa bırakıp hiçbir yere gitmemeliydi.
“Beril, yalvarırım gitme. Seni öldüren varlık kim? Yalvarırım beni burada bir başıma bırakma! Beril, kafamdaki sorulardan oluşan halata bir düğüm de sen atma!”

Çaresizlik bedenini ele geçirirken hiç tanımadığı bir ses ilişti kulaklarına.

“İlk akrep yuvasını terk ettiğinde,
Mavi Ay gökyüzünü delecek.
Bizden giden bize geri döndüğünde,
Bu lanet son bulacak.
Ölümün ardındaki gizemli yaratık,
Her gece peşine düşecek.”

Gizemli sesin sahibini ararken duyduğu çığlıkla neredeyse sağır olacaktı. Dizlerinin üzerine çöktü ve kulaklarını kapayıp yerinde sallanmaya başladı. Derin derin nefesler alırken bir yandan da içinden sayı sayıyordu. Aniden omuzuna dokunan el ile gerçekliğe döndü. Bedeni soğuk zeminle buluştuğunda bilincini kaybetti.


***

Yağız ve Yiğit, evden çıkmadan önce Umut’un odasına uğramışlar, onu bulamayınca da çılgına dönmüşlerdi.
Yağız mutfağı ve salonu kontrol ederken Yiğit banyo ve tuvaleti kontrol etmişti. Antredeki askının boş olduğunu gördüklerinde evde olmadığını anladılar. Yiğit, cebindeki telefonu çıkarıp Umut’un numarasını tuşladı ve kulağına dayadı. İki defa çaldıktan sonra telefon cevaplanmıştı. Garip bir ses ilişti kulağına. Telefonun ucundaki her kimse derin derin nefesler alıp Arapça konuşuyordu.

ÇAVUŞÇU GÖLÜ (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin