Yolculuk

9 1 0
                                    


 At arabasının tıkırtısı yol boyunca devam etti. Küçük çocuk, dar yolda yavaşlamak zorunda kalan arabanın her sallantısında uykuyla kapanmak üzere olan gözlerini biraz daha aralayıp etrafa göz gezdirdi. Her seferinde aynı şeylerle karşılaşması bile bu tedirginliğine engel olmuyordu; gözlerini açtığı anda karşılaştığı, annesinin yüzü ve başını sağa çevirdiğinde gördüğü, babasının gri paltosu. Bu ikilinin yarattığı güven bile bilinmezliğin ürkütücü havasını çocuğun üzerinden atamıyordu.

Eğer insanlar iki günde bir uyusaydı insanoğlu zamanı aynı aralıklara mı bölerdi? Ya da güneş sabit aralıklarla hareket etmese? İnsanoğlu dünyaya bir zaman algısıyla geliyorsa bu değişimler onu etkilemezdi, ama bu gencin zaman kavramını ailesinden öğrendiğini ve buna hala alışamadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü genç adam için bu yolculuk haftalar sürmüştü. Çünkü genç defalarca yatıp kalkmıştı. Annesi ona babasının işten kaç gün sonra döneceğini hep bu "yatacağız-kalkacağız" birimi üzerinden anlatmış ve genç günleri gece uykusuyla ayırmıştı. Bu yolculukta akşam saatlerinde olduğuna göre böyle düşünmemesi için bir sebep yoktu.

Babası ise uyku konusunda gençten biraz daha tecrübeliydi, sürekli seyahatlerde olan orta yaşlı bu tüccar için uyku onu çalışmak ve kazanmaktan alı koyan bir yüktü. Ellerini veya ayaklarını bağlamak yerine zihnini bağlayan ve karşı koyamayacağı bir zincir. Bu yüzden seyahatlerini özellikle geceleri yapardı. Çünkü yolculuklar sırasında da çalışması mümkün değildi. Bu iki vakit kaybını bir arada gidermeyi tercih eder ve her yolculuğu uyuyarak geçirirdi. Ancak bu gün farklıydı, bütün yolu karanlığı seyrederek geçirdi. Ailesiyle yaptığı ilk uzun yolculuk buydu , ama onun uyumuyor olmasının sebebi bu değildi. Çocukluğunu ve hayatının en önemli kısımlarını geçirdiği aile çiftliğini satmış ve şehre göç etmek zorunda kalmıştı.

Oldukça çalışkan bir kişiliğe sahip olmasına rağmen batması onun ticari zaafiyetlerinin değil, vicdani zaafiyetlerinin bir sonucuydu. Zor durumda bir arkadaşına yardım amacıyla bir işe girmiş ve o arkadaşı tarafından kendisi zor durumda bırakılmıştı. Borçlar onun üzerine kalınca son çare evi satmış ve ticarete veda etmişti. Şehirde açılan yeni fabrikada bir iş bulmuş, bu iş onun ticari zekası ve yetenekleriyle alakasız olsa da geçici olarak kabul etmek zorunda kalmıştı. Uyuyan oğluna göz ucuyla baktı, genç çocuk için hızla geçen o gece eski tüccar için geçmek bilmiyordu. Yine de o gece ikisi için de haftalar gibiydi, ancak farklı sebeplerle.

Tüccar çocukluğunu zengin bir ailede geçirdiği halde ileri derecede eğitim almamış kendi gençlik yıllarında doğrudan işe atılmıştı. Son günlerde yaşadıkları çocuğunun eğitimi hakkında düşüncelerini kökünden değiştirmişti. Bir kaç ay önce sorulsa genç adamın kendisi gibi erkenden ticarete atılması ve hayatı doğrudan hayatın içinde öğrenmesi gerektiği hakkında üstünde düşünüle düşünüle ezberlenmiş uzunca bir konuşma yapabilirdi. Annesi gibi gençliğini masa başında geçirmemesi gerektiğini savunur ve bunu özellikle eşinin duyabileceği bir ses tonuyla belirtirdi. Ancak aynı soru bu akşam sorulsa net bir cevap veremez, fakat gencin kendi yolunu takip etmemesi gerektiğini tüccarlık yıllarında geliştirdiği laf cambazlıklarıyla ima ederdi. Yenilgisini hala tam anlamıyla kabullenebilmiş değildi. Her zaman kendi yolunu doğru varsayar çoğu kez de haklı olurdu. Fakat bu akşam ciddi olarak çocuğuna eşinin uygun gördüğü eğitim fikrine yakın bakmaya başlamıştı.

Çocuğun annesi ise babasının aksine yıllarca eğitim görmüş, gençlik yıllarını eğitimine harcamıştı. Ancak bütün bu eğitimi Tüccar İhsan Bey ile tanışınca bir kenara bırakmış ve sıradan bir hayat yaşamaya karar vermişti. Şimdi çocuğunun kendisi gibi bir eğitim görmesini ve onun yaptığı hatayı tekrarlamamasını umuyordu. İhsan Bey ile bu konuda uzun süreli tartışmalar yaşamış, hiç bir zaman galip gelmeyi başaramamıştı. Çünkü ortada başarılı bir örnek olarak İhsan Bey vardı. Bu örnek ortadan kalktığında artık onun isteklerinin belirleyici olacağı belliydi. Ancak Nilay Hanım eşinin içinde olduğu durumun farkındaydı ve bunları düşünmek için daha çok erken olduğunu biliyordu. Çocukluğundan beri aklı başında biriydi, insanlara ne zaman ne söylemesi gerektiğini bilir, hiçbir zaman karşısındakini incitmezdi. Tam anlamıyla bir hanımefendiydi, ancak diğerleri gibi zorlama bir kibarlığı yoktu. Onun doğasında vardı bu; yüzü her zaman gülümser , karşısındakini de gülümsetmeye çalışırdı. Çoğu kez başarılı da olurdu, özellikle de küçük beyin annesinin yanında yüzünü astığını gören olmamıştı.

ŞehirWhere stories live. Discover now