(2) Mahkum Yankı Sarmaşık.

534K 17.6K 15.9K
                                    

Medya: Yankı. Karekterlerin resimlerini koymamı çok istediğiniz için bu hikayemde bunu yapmaya karar verdim. Medyadaki kız aklımdaki Yankı. (Siz onu gözlüklü hayal edin)

Gözyaşlarım hızla akarken, burnumu çekerek elimdeki işi bitirmeye çalıştım. Buram buram soğan kokan mutfakta, alnımdaki teri elimin tersiyle silerek derin bir nefes almak istedim fakat burnumun direğini sızlatan soğan kokusu gözyaşı kanallarımı açmıştı ve beni ağlatıyordu. Tahtanın üzerindeki her bir soğanı doğramam sadece otuz saniyemi alıyor olsa da bu sebzeden nefret etmeden duramıyordum. Ağlamaya devam ettikçe elimdeki keskin bıçağı daha hızlı kullanıyor, beni ağlatan soğanlardan kendimce intikam alıyordum. Her ne kadar arada bunu yapsam da hiçbir zaman ağlamaktan hoşlanmadım. Kimse gözyaşı dökmeyi sevmez ama ben gereksiz yere döktüğüm gözyaşına sebep olan her şeyden otomatik olarak nefret ediyorum, tıpkı soğanlardan nefret ettiğim olduğu gibi. Tamam, soğan yemeklerin tadı tuzu ama beni ağlatıyorsa o olmadan da bir yemek çok lezzetli olabilir. Ayrıca bu soğan doğrama işi neden her defasında bana veriliyor ki? Bu insanların küçük olanı daima ezmek gibi bir alışkanlığı olmalı. Kendimi evin en küçük çocuğu gibi hissediyorum. Tek fark, normal bir aile en fazla on kişi olurken burada bir hayli kalabalık olmamızdı.

Son soğanı da doğramayı bitirdiğimde hepsini büyük cam kâsenin içine koyup musluğun altında ellerimi yıkadım. Şükürler olsun ki sonunda bitti! “Yankı, buraya gel.” Ocağın başındaki Oya abla bana seslenince, ayaklarımı vura vura isteksizce ona doğru yürüdüm. Bu durum, Oya ablanın bana sitem etmesine sebep oldu. “Bu yaştaki bir kız için fazla tembelsin.” Karıştırdığı patates püresinin başına beni geçirip büyük tahta kaşığı elime tutuşturdu. “İyice karıştır, dibi tutmasın.”

Yemeklerin buharı yüzünden alnına yapışan birkaç tutam saçı bonesinin altına sıkıştırdı. Benden daha fazla yemesine rağmen her geçen gün yüzü daha da zayıflıyor, bedeni küçülüyordu. “Hadi, Yankı.” Aldığım yeni bir uyarıyla başımı eğip iyice sertleşen püreyi karıştırmaya başladım. O da koşarak makarna tenceresine doğru gitti. İyi, en azından yine tepemde dikilerek doğru yap şu işi diyerek beni süründürmeyecekti.

Kaşığı tutan bileğim karıştırma işini yapmaktan ağrıyınca, “Oya abla, bu oldu sanki,” diyerek ocağın altını kapatmayı düşündüğüm esnada, Oya ablanın yerine yemekhanenin mutfağında farklı bir ses yankılanmıştı. “Mahkûm Yankı Sarmaşık!” Evet, uzun zamandır ismimin önüne koyulan bir sıfattı bu.

Gardiyan ismimi söylediğinde başımı kaldırınca, kapının önünde bana sert bir şekilde bakan adamı gördüm. Gardiyan üniformasının koyu lacivert rengi karanlık kişiliğiyle bütünleşmişçesine korkunç bir görüntü sunuyordu ve ben, yıllar geçmesine rağmen hâlâ onlardan birine bakarken ürperiyordum. Saygı duruşuna geçmiş gibi ellerini iki yanına sarkıttı, böbürlenir gibi omuzlarını dikleştirerek göğsünü havayla doldurdu. Ona göre bu, mahkûmları sindirmek için iyi bir gizlenme şekli olabilirdi ama buradan bakınca kocaman göbeğinden kurtulmak için onu içine çeken bir adamı anımsatıyordu.

Hadi dercesine hafifçe kaşlarını çattı, istediğim son şey bir gardiyanı kızdırmaktı. “Oya abla, sen devam eder misin?” Sol tarafımdaki kadına dönünce her ne kadar başını sallayarak kabul etmiş olsa da tıpkı mutfakta çalışan birkaç kişi gibi o da aylar sonra İlyas gardiyanın beni neden çağırdığını merak ediyordu. Üzerimdeki önlüğü ve saçlarımdaki boneyi çıkararak yemekhanenin kapısının önünde beni bekleyen gardiyana doğru yürüdüm.

Tuba teyze, merakına yenik düşmüş olmalı ki salata için domates doğramayı bırakıp İlyas gardiyana döndü. “Kızı nereye götüreceksin?” Burada beni koruyan, bana sahip çıkan sayılı kişilerden biriydi. Toplasan beş kişiyi bulmazdı koğuştaki sevenlerim.

YARALASAR(Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin