2-Sıfır Noktası

18.4K 685 524
                                    

Zaman tarafından sayfaları karıştırılmış bir öyküde bulunuyordu. Başkalarına ait hayatını kendisiyle yaşıyordu. Anlam yoktu, gözlerini yumduğunda bulur gibi olduysa da açtı, baktı ve tekrar kayboldu.

Burnunun ucunu kaşıyordu. Yiye yiye bitiremediği tırnaklarının tırtığı derisine çizik atınca kızdı. Görüşünü mavi bir tüy kapatmıştı, bundandı ucube varoluşundan seken kaşıntısı. Onu tuttuğu gibi koparınca acı duydu. Avucuna koymuş inceliyordu ki çıkagelen rüzgâr, tüyü demir parmaklıkların ardına uçurdu.

Rüzgâr onun daimî ziyaretçisiydi. Ara sıra ahşap kapıyı açar gelir, çarparak çıkar giderdi. Kafesindeki mumun alevini titretir, tavana asılı feneri sallayarak gündüzü geceyi altüst ederdi. Yine böyle yapmıştı, gerisinde biraz umut biraz da yalnızlık bırakmıştı.

Ayaklarını mumdan sakınırken fısıldadı: "Hadi ama rüzgâr, geri gel..."

Sesini duyduğunda aradığını bir kelimede buldu: "Aaaa rüzgâr..." Heyecanlanınca içinden bırbır konuşan kendinlerini bastırıp tek kişilik bir sohbet kurdu:

"Sus ve dinle! Sadece beni dinle! Öhömm... Evet, nerede kalmıştık? Hah rüzgâr... Sen benden tüyümü çaldın, buna karşılık ben de senin ismini alacağım. Bundan böyle benim adım Rüzgâr. Esiyor ve gürlüyorum, inanılmaz derecede güçlüyüm.

Öte yandan dostlar ve düşmanlar, sizlere söylemeden edemeyeceğim bazı şeyler var. Ne zamandır inanmak konusunda düşünüyorum. Gerçekliğe inanabilirim, gerçeğe ise inanmam mümkün değil çünkü gerçek zaten gerçektir, heyhat!"

Basık tavana asılı fenerin bir oraya, bir buraya sallanışı esnasında sahnesinden oldu. Ayakları arasında kalmış muma yüzünü yaklaştırıp güldü.

"Çok sıcaksın, bebeğim... Senin bu hâllerinden bıktım usandım. Söneceksen sön artık!"

Sinirlenmeden edemiyordu çünkü umudu fare olmuş, kalbini kemiriyordu. Fareyi nefessiz bırakmak için yanaklarını şişirdiyse de vazgeçti. Boynundaki demir halkayı elledi, omuzlarındaki ağrıyı hissedip süreklilik arz eden acısına "Merhaba," dedi.

Nihayet içinde bulunduğu duruma uyup ağlamanın vakti gelmişti. Denedi ama beceremedi. Neden çünkü yukarıdakiler yine çok gürültü yapıyordu. Keman vızıltısı, bağırışlar, tavanı döven ayaklar, patlayan silahlar, yağan tozlar bir kafesten ibaret dünyasını coşturuyordu.

Dizleri üstünde doğruldu. Kafesi o kadar küçüktü ki bu hâliyle bile başı demire eriyordu. Yüzünü iki eliyle sıkıca kavradığı parmaklıklar arasına sıkıştırdı. Tavanın sarı ışıklar sızdıran tahtaları arasından, yukarıda dönen tiyatroyu okumaya çalıştı. Seslere kulak kesildiğinde hep bir ağızdan söylenmeye çalışılan bir şarkı buldu. Sözleri yarım yamalak, makamıysa karmakarışıktı. Demir parmaklıklara çanağını vurarak şarkıyı söylemeye çalıştı:

"Al silahını, sık şansa. Kır kafasını, hop ıska!

Ekşi surat, hep son sürat, sıfıra da sıfır! Parala parala!

Şak şak, dans et! Şok şok, iç tek! Çal paraları! Ban ban banka!"

Kendini alkışlıyordu ki hemen karşı çaprazında yer alan dar merdivene tünemiş adamı fark etti. O kimse, Rüzgâr'ı dikizlemekteydi. Adam elindeki şişeyi şerefine kaldırıp iki yudum içti.

"Heyt be, sesin baya baya güzelmiş! Geminin maskarası sen mi olsan acaba? Eskisi az önce boğazında kırık bir şişeyle dibi boyladı, hahah!"

"Sağ ol, almayayım ben." diyen ama devamını getiremeyen Rüzgâr biraz korkmuş biraz da memnun olmuştu. Dudakları kurumuştu, dolgun mu dolgun o şişe -ne vardıysa içinde- içilmeye değer görünüyordu.

Anima -1 - Memento MoriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin