四 / birdenbire sesini göresim geldi

728 89 147
                                    



Nisan, 1942


TOKYO LİMANI, JAPONYA


marissa nadler - bird on the water




Uzun ve yorucu bir sefer olmuştu bu defaki. Üsteğmenlik rütbemi alır almaz Yüzbaşı Hiro, Albay Hirano ile ortak karara varıp beni zorlu görev için seçmişti. İçinde bulunduğumuz amansız savaşın kaçınılmaz sonu olarak Amerika ile fitilin sonunu yakmıştık. Pearl Harbor baskını, Japon filosunun ezici üstünlüğüyle tamamlanmış olsa da içten içe o sürede tükendiğimi hissetmiştim.

Henüz 43. Birliğin başında değilsem bile önemli bir görevim ve liderliğim vardı. Karanlık sular üzerinde geçirdiğim soğuk ve ürkütücü sekiz ay, sonucunda silahımdan çıkan kurşunlarla ve bombalarla yok ettiğimiz binlerce insan... Suyla ilgili her şeyden iğrenir olmuştum. Bacağımdan yaralandığım anlarda bile attığım kurşunlarla masum sivilleri öldürmüştüm ben. Katildim, acımasız ve affedilemez bir katil. Bu bir savaştı evet ancak benim savaşım bu değildi. Daha fazla dayanamayacağımı hissettiğim o kör gecede kendimi buz gibi pasifik okyanusuna atıp ölmeliydim. Ancak kendi canına kıyamayacak kadar korkaktım. Tırabzana tutunup öylece dalgaları izlerken elime yapışan koyu kan lekelerinin kokusu ciğerlerimi yaktı. Ölüden farksızdım. Belki o kurşunu bacağıma değil de kafama yeseydim bunları çekmek zorunda kalmazdım.

İntikam arzum, o anlarda olabilecek en üst seviyedeydi artık. Madem kendimi öldüremeyecek kadar korkaktım, ancak ilelebet bir gün de ölmek durumundaydım, o halde kendimle birlikte başka pislikleri temizlemeden gidemezdim bu dünyadan. Karalayıp buruşturduğum parşömenler yığıldıkça aklım da tuzla buz oluyordu. O anların tek kurtarıcısı onun yüzüydü. Kendime itiraf etmekten kaçındığım şey, bana bu zalim evrende gülümseyen ve acımı hafifleten Akira Hirano'ydu. Çok çabalamıştım. Onu kendimden uzak tutmak, konuşma çabalarını hiçe saymak, bana gelmeye çalıştığı her yolu kapamak, intikam ateşimde onu da yakmak için çok direnmiştim.

Ancak eğitimden kaçtığım gün ormanda bana söylediği o cümle aklımdan hiç çıkmamıştı. Baskına gittiğimiz yol boyunca kırlangıç umudunun ne olduğunu da denizin ortasında karayı görmenin heyecanını da anlamıştım. Yüreğimde cıvıldayan kırlangıcın sesini bunca zaman kesmiştim ancak artık engelleyemeyecek kadar yorgundum. Ona ihtiyacım vardı. En azından bir kişinin bana özgürlüğümü hatırlatmasına muhtaçtım.

Bu kişi, en büyük düşmanımın kızı olsa dahi, artık karşı koyamıyordum. Tüm süre boyunca düşündüm onu. Acaba öğünlerini güzelce yapıyor mu, uykusunu alabiliyor mu, eğitimlerde babasının gözüne giriyor mu, hala güzel çörekler yapıp askerlere dağıtıyor mu diye merak ediyordum. Akşamları odama uğrayıp bana meyve ve artan pastalardan getiren bu genç kızın kirli düşüncelerin esaretine girmemesi için dua ediyordum. Babası onun kıdemli bir asker olması ve sonunda kendisinin yerini alması için çabaladığını, oğlu olmadığı için bunu tek çocuğu Akira'ya yıktığını biliyordum. Ama o istemiyordu, gözlerinden anlamıştım. Acaba hala böyle masum muydu? Yoksa bu sekiz ayda o da okyanus gibi kararmış ve derinliklerde kaybolmuş muydu?

Devasa gemi karaya zincirler zincirlemez tüm askerler olarak bizi coşkuyla karşılayan halkın arasına karışmış, bu her şeyden habersiz, yalnızca sözde başarı haberine odaklanan kör insanların uğultusunda kaybolmuştuk. Ait olduğumu sandığım yere gitmeden evvel bir çanta eşyamla limanda etrafıma baktım. Sanki biri beni bekleyebilirmiş, böyle bir ihtimal varmış gibi.

Birlikte anlaştığım tek kişi, benim gibi Kore'den getirilen ve ismi değiştirilen Wanabe ile yoğun insan kalabalığından zorlukla yürümeye çalışıyorduk. "Bu kadar kişinin gelmesini beklemiyordum." Dedi hayranlıkla. İki aynı milletten insandık ancak konuştuğumuz dil farklıydı. Wanabe çok küçükken esir alındığından Koreceyi hatırlamıyordu bile. Onu ilk tanıdığımda vatanımdan biri olduğu için çok sevinmiş ancak onun artık vatanına dair hiçbir şeyi taşımadığını fark edince yıkılmıştım. Hayal kırıklığımı ondan gizlemeye çalışmış ancak başarısız olmuştum. Bana, kendisi gibi olmamamı tembihlemiş, ne olursa olsun ya yazarak ya da kendimle konuşarak dilimi canlı tutmamı tembihlemişti. Ben de yazıyordum. Ne olursa olsun gittiğim her yerde, her gece yazıyordum.

diphylleia grayi | kthWhere stories live. Discover now