Maç💋

74 18 30
                                    

Elle: Neredesin Patrick?? Maç başlıyor.

Pat: Kantinde çok sıra vardı, şimdi alıp geliyorum

Elle: Hey şu ayıcık şekilli şekerlerden de alsana

Pat: Yanıma çok fazla para almadım Elle
Pat: Seç birini, ayıcık şekerler mi naneli olan mı?

Elle: Mia'nın canı istemişti benim değil, neyse tamam çabuk gel hadi

Telefon ekranını kilitleyerek cebime koydum. Maçın başlamasına birkaç dakika kala boynumdaki fotoğraf makinesinin son kontrollerini yapıyordum. Basketbol koçumuz maçın fotoğraflarını çekmemi, daha doğrusu her oyuncunun en az iki fotoğrafını çekmemi istemişti. Yurt dışından çok iyi bir okuldan izlemeye geleceklerini ve beğendikleri oyunculara üniversite için burs vermeyi teklif edeceklerini söylemişti. Ben de fazladan kredi için teklifini kabul etmiştim. Beden dersini severdim ama spor yapmak yerine vaktimi ders çalışmaya ayırabilirdim.

Bir zil sesi duyulup, bizim takımın oyuncuları sahaya çıktığında tribünlerden güçlü bir alkış koptu. Seyircilerin çoğu kızlardan oluşuyordu, zaten sahaya en yakın kısım yani en ön, oyuncuların sevgilileri için ayrılmış gibiydi. Burada kendimi fazlalık gibi hissediyordum. Kimsenin sevgilisi değildim, hatta dostu bile değildim.

Rakip takım da sahaya çıkarken ben kameramın görüş açısını ayarlıyordum. Mia "İşte orada! Çok tatlı, değil mi?" diye sorup eliyle sahayı gösterdiğinde, o tarafa baktım. Kevin bankların önünde topla saçma sapan hareketler yaparak Mia'yı güldürmeye çalışıyordu. Bence oldukça salak görünüyordu, Mia bundan hoşlanıyor muydu yani?

Kamerayı denemek için Kevin'ın birkaç fotoğrafını çektikten sonra, kadraja görmekten hiç bıkmayacağım bir yüz girdi. Önce başımı kaldırarak esneme hareketleri yapan Duncan'a baktım. Onun en güzel hali odaklandığı zamanlardı bu yüzden bu anı kaçırmak istemiyordum. Kamerayı tekrar gözüme yaklaştırarak, en doğru açıyı ayarlamaya çalışıyordum. Tam o sırada, Duncan sanki onu çektiğimi fark etmiş gibi kameraya baktı. Önce şaşırdı, sonra ben olduğumu anlayıp gülümsedi ve el salladı. Hem çok utanmış, hem de kalbimin atışının hızlanmasını engelleyememiştim. Ben de ona gülümseyip fotoğraflarını çekmeye devam ettim.

"Röntgenci seni, yine insanları gizlice çekiyorsun değil mi?" Sağ tarafımdan, Mia'nın önünden, pek hoşlanmadığım birinin sesini duyduğumda yüzümü buruşturdum. Ashton bir bankın üzerine çıkmış ve önümüzdeki bariyerlere yaslanmıştı. Alnı terden boncuk boncuk olmuş bir şekilde, kırmızı bir suratla bana bakıyordu. Üzerinde yeşil basket forması vardı, koltuk altına top sıkıştırmıştı. "Ne zaman vazgeçeceksin bu alışkanlığından?"

Kamerayı elimden bırakıp, Ashton'la göz teması kurdum. "Maalesef maçta benim desteğimi alamayacaksın Ash. Ayrıca, Fotoğraflarınızı çekmemi koç istediyse, bu röntgencilik sayılmaz değil mi?"

Başını sağa doğru yatırıp dilini dişlerinde gezdirdi ve Mia'ya döndü. "Bunun burada ne işi var? Artık en yakın arkadaş mı oldunuz yoksa?"

"Sorun nedir Ash? İyi şanslar öpücüğü verecek birini bulamadın mı? Bu yüzden mi sinirlisin? Ne büyük şanssızlık." Dirseklerimi önümdeki bariyere dayayarak eğildim ve yüzümü avuçlarıma yasladım.

"Aslında," dedi o da bakışlarını kısa bir süre dudaklarıma indirerek. "Ben o öpücüğü senden alırım diye düşünüyordum Elle." Tekrar gözlerimi bulduğunda gözbebekleri parlıyordu.

"Belki rüyanda ya da başka bir dünyada olabilirdi Ash." Meydan okuyor gibi baktım.

Dudaklarının kenarı kıvrıldı. "Gerçekten Elle, neden buradasın? Hadi buradasın, neden en ön sırada oturuyorsun? Yoksa gerçekten birini öpmek mi amacın? Baş harfi D olan birini mesela?"

Duncan'dan mı bahsediyordu? Ne düşünüyordu gerçekten bilmiyordum ama bir şeyleri kesinlikle yanlış anlıyordu. Mia, kardeşinin koluna vurdu. "Pislik yapma Ashton. Elle benim arkadaşım ve ondan buraya oturmasını ben istedim."

"Her neyse, arkadaşına söyle, bir daha gizli gizli fotoğraflarımı çekmesin. Mahremiyete bir saygısı olsun." Bana yandan bakış attı ve bir asker selamıyla banktan indi.

Arkasından "Hey Ash!" diye bağırdım. Omzunun üzerinden arkasına baktı. "Dikkat et de şanssızlığın sahaya da yansımasın. Okul takımımın kaybetmesini istemem."

Ashton, tekrar önüne dönerken hafifçe gülümsüyordu. Ben de kendime engel olamamıştım. Onunla tartışmak hoşuma gidiyordu. "Tanrım Elle, kardeşimle aranızda ne var?"

Mia'nın sorusuyla kaşlarımı çattım. "İkimiz de birbirimizden pek haz etmiyoruz diyelim. Kardeş olmanıza bile şaşırıyorum aslında."

"İnan bana, bazen ben de bu durumdan pek hoşlanmıyorum. İnsan ailesini seçemiyor maalesef. Yine de, Ashton'ı yakından tanısan seversin gibime geliyor."

"Aman yok, gerek yok, kalsın." Mia bana gözlerini devirerek bakınca omuz silktim.

O sırada Patrick, elinde bir şişe su ve iki koca paket ayıcık şeker ile yanımıza gelerek oturdu. Şekerleri bize uzatarak şişesinden bir yudum aldı. Mia teşekkür ederek gülümsediğinde Patrick'in de ağzı kulaklarına vardı. Ben ondan naneli şeker istemiştim, o neden ayıcıklı almıştı ki? "Hey Pat, naneli şeker kalmamış mıydı?"

"Ayıcıklı olanlardan istediğini söylememiş miydin?" Kaşlarını çattı.

"Hayır, Mia istiyor demiştim." Sinirle şekerlerden bir tanesini ağzıma attım.

"Tüh, yanlış anlamışım." dedi yapmacık bir şekilde. Yanlış anlamadığına o kadar çok emindim ki...

Hakemin düdüğü çalması ile maçın başladığını anlayınca, elimdeki paketi yanıma bırakıp fotoğraf makinemi yüzüme yaklaştırdım. Top ilk olarak bizim takımın eline geçmişti. Seyirciler devamlı bağırıp, tezahürat yapıyordu. Ben de tek tek bütün oyuncuların yüzünün net olduğu fotoğraflar çekmeye başladım.

Yaklaşık yarım saatten sonra, oyuncular yorulmaya başlamışken, ben de son fotoğraflarımı çekmiştim. Her nasılsa Ashton kadraja bir şekilde girmeyi başarıyordu. Hatta, bir fotoğrafta sadece yakınlaştıran kişinin görebileceği şekilde bir el hareketi çektiğine de emindim. Resmen beni sabote etmeye çalışıyordu. Mia da birkaç tane fotoğraf çekmek istediğini söylediğinde kameramı ona vererek maçı izlemeye devam etmiştim. "Erkek kardeşin tam bir aptal." diye itiraf ettim Mia'ya.

"Öyle, evet." dedi Mia kıkırdayarak. Tam o sırada Ashton bir üçlük atıp bize doğru sırıttığında, izleyen herkes, özellikle de kızlar coşmuştu. "Aptal olabilir ama çok iyi bir oyuncu." Ve fotoğrafını çekti.

Uzun süredir sesi çıkmayan Patrick, ben şekerlerimi yerken hafifçe elime vurdu. "Elle, hayal görmüyorsam eğer, Duncan dönüp dönüp sana bakıyor." Söylediği yöne baktığımda, Duncan, topu hiç zorlanmadan rakiplerinden uzaklaştırarak potanın önüne koştu. Sağından yaklaşan bir kişiyi de çevik bir hareketle engelleyerek atışını yaptı. Hakem, düdük çalarak ara verdiklerini belirttiğinde Duncan'la gözlerimiz buluştu. Arkamızdaki alkış sesleri birbirine karışırken, tekrar eline aldığı topu parmaklarında çevirerek gözünü kırpıp, gülümsedi. Sanırım bu, basketi benim için attığının bir göstergesiydi.

Öpücük Listesi | Half-TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin