Bölüm 4: And I Feel So Lost

572 40 10
                                    


                Hayatta her zaman iki yüz vardır derler.

Biri çevrene bakarak yaşadığın hayattır, diğeriyse kendi içine.

Çevrene baktığında görmemek mümkündür. İnsanları anlamazsın, onlar seni anlamaz ve bu belki yalnızlık getirir. Ya da küskünlük, kırgınlık... İnciteceği kesindir ama sonunda geçer. Biz bazen buna yanlış anlaşılma deriz, bazen de onları düzeltmeye zaman harcamadığımız için asla bunu söylemeye fırsat bulamayız.

Bir de kendine baktığında görememek var. Herkesin her gün yaşayacağı bir şey değildir bu. Önündeki seçeneklerden hangisini gerçekten istediğini bilemezsin. Hangisini gerçekten istediğini, hangi hayatı seçtiğini, neden var olduğunu... Bazen öyle bir çırpınırsın ki içinde kimseye kızamadan, asla toparlanamayacağını ve tekrar iyi olamayacağını düşünürsün. Hayat anlamsızlaşır. İçinden çıkamayacağı işler bazen insanların küçük intiharlarıyla sonuçlandırmasıyla biten hayatlarına sebebiyet verir. Bu da basit bir sondur her şey için.

Bu durumda bir de ben varım. Bin yıllık hayatımı kurtulamadığım boğulmalarla geçirdim. Her zaman bir kendimle yanlış anlaşma vardı. Hiçbir zaman kurtulamamıştım. Ne için yaşadığımı bilemeyeceğim kadar uzun yaşamıştım.

Güç için mi? İstediğim kadarına sahip değil miydim zaten? Benden daha güçlü kim vardı?

Ailem için mi? Hadi ama... Bunun doğru olmadığını içimdeki kendisiyle tartışmaya yatkın yan bile biliyordu. Ailem sorun değildi. Onları birer aksesuar gibi paketleyip taşımam da bunu ortaya koyuyordu zaten.

Peki neydi? Ne için yaşıyordum. İşlerime burnunu sokmayacağı insani hevesleri olan bir sarışın için mi? Camille için mi? Hayır.

Ne için yaşadığımı biliyordum. Ne için yaşadığımı bilmediğim yıllar boyunca neden yaşadığımı anlamamı sağlayan şeyi biliyordum. Ölüme inatla başkaldırışlarımın sebebini bulmuştum, biliyordum. Onca yıl aradığım huzuru birkaç dakikada bulmuş ve ona sıkıca tutunmuştum. Hayatımda hiçbir şey bana yeniden yaşama arzusunu böyle vermemişti. Bir yaşlı gibi yaşadığımı yaşamış ve bir asker gibi yeni görevlerimin peşini kovalarken aslında dünya denilen küçük yerde gitmediğim, görmediğim şey kalmamıştı. Ama hiçbirinin bir ruhu tatmin edebilecek kadar anlamlı ve güzel olmadığını görmüştüm.

Ve sonra birden bir amacım olmuştu. Bedensel yeterliliğime rağmen yaşlanmış ruhuma sabah uyanmayı anlamlı kılan bir amaç. Farklı bir şey. Sevemeyen adamı değiştiren bir şey. Bin yıl sevmek için beklememe değen bir şey.

Sonra ne yapmıştım?

Sanki hayatımda her şey güveliymişçesine, her şeye çok güveniyormuşçasına güvensizlik denen bir bahaneyle ona sırtımı dönmüştüm. Hakikaten güvensizlik olsaydı keşke bahanem ve paranoyak bir melez olarak var gücümle tüm ihanetleri de onunla birlikte cezalandırsaydım. Tabi ki güvensizlik değildi. Yapma bir sarışının arkasına saklanmamın nedeni nasıl güvensizlik olurdu ki? Camille'ya ne kadar güvenebilirdim zaten?

Güvensizlik değildi.

Her şeyin sahibi olmak ve yüzyıllarca yaşamak bana bazı şeyler öğretmişti. Başta savaşmak strateji kurmak, çabalamak, güçlenmek, aldatmak geliyordu. Kin ve nefret duyulmak ancak bunları duymama sebep oluyordu. Yıllar önce genç ve körpe duygularım bir görsel ikize kapılmıştı ancak ihanetin derinliği bana ondan da geriye nefret dışında bir şey bırakmamıştı. Bu da beni bir seri katile, bir askere dönüştürmüştü. Bu da benim sonsuza kadar sırtımı sevmeye döndüğümü düşünmeme neden oldu.

The Dark LustHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin