12.30

282 18 12
                                    

  Geçiyor. Günler, aylar, yıllar. Vakit biz farketmeden öyle bir geçiyor ki bir an durup düşündüğümüzde ben ne ara bu güne geldim diyor insan. Ama bir başka zaman vakit öyle yavaş ilerliyorki neden bugünler hızlıca geçip gitmiyor, diye sorguluyoruz. İnsanların nankörlüğü mü denir buna bilmem. Belkide çelişki denilen şeyin tanımı...

  Bizler değişik varlıklarız. Baktığın zaman hepimiz birbirimizden farklıyız. En az dış görünüşümüz kadar iç dünyamızıda birbirinden ayıran şeyler var. Benim görevimde bu. İnsanları anlamak. Hayır bir psikolog değilim. Sadece dünyaya gelme amacımın insanları dinelemek, onları anlamak ve sorunlarına çözüm bulmak olduğunu düşünüyorum. Duygusuzum ve bu bir yalan değil. Bir olay karşısında verdiğim duygusal bir tepki - öfke, üzüntü, şaşkınlık, sevinç- sadece birkaç saniye sürüyor ve sonra bu şeyin o kadar da umrumda olmadığını fark ediyorum. Ve bam, duygular ortadan kayboluyor. Kendim için işler böyle ilerlerken insanlar için bu öyle değil. Bir bakış, bir söz veya sizi ele verecek bir davranış tam olarak o an ne düşündüğünüzü anlamama yetiyor. İnsanları okumak kolay, eğer iyi bir gözlemciysen. Bunu bir yetenek olarak görenler var ama hayır. Sadece anlayışlıyım işte. Karşımdakini önemsiyorum, kim olduğun önemli değil. Senden nefret bile etsem ki genelde kimseden nefret edemiyorum, nefretimi kazandıysan sıradışı biri olmalısın, bana iç dünyanı açacak en ufak hareketinde seni görüyorum. Nadirim. Bu yüzden insanlar yanımda olmayı seçiyor. Beni bu yüzden seviyor. Bir şeylerle başa çıkamadıklarında gelebilecekleri öncelikli insanlardan biri olduğum için. Elbette bu da o kadar umrumda değil çünkü onlar bana ne kadar gelirse gelsin ben onlara gitmiyorum veya gidemiyorum. Zorum ama kendimi seviyorum.

   Birkaç masa ötemde önündeki kitabın sayfasına odaklanmış gözlerin her ne kadar o sayfadaki yazıları okuduğunu göstersede ben okumadığını anlayabiliyorum. Bakıyordun sadece, dikkatimi çeken de buydu. Belki onbeş belki yirmi dakikadır oradasın ve yemin ederim önündeki kitabın sayfasını bir kere bile değiştirmedin. Bir sorun olduğu belli ama yanına gelmeye korkuyorum. Ve yine yemin ederim birinin yanına gitmeye ilk defa korkuyorum. Bakışların sert, sayfayı delecek elinde olsa. Sinirli olduğun belli. Seni huzursuz eden şeyler düşünüyorsun. Düşünmeyi bırakmalısın çünkü kütüphane kapanmak üzere. Öğle paydosu yaklaşıyor ve sadece iki enayi, yani biz, hala burada öylece duruyoruz. Sen kitabını ben seni inceliyorum.

  Masanın üstündeki telefonumdan saati kontrol edip okuduğum kitabı kapattım. Stefan Zweig / Bir Kadının Yaşamından Yirmi dört saat. Dikkatle incelediğim kitabın ismi ile hızlıca oturduğum sandalyeden kalkıp yanına geldim. Yirmi dört saat... Yirmi dört saat veriyorum sana kendini tamamen açman için.

   Masana yaklaştığımda beni fark etmiyorsun, adını henüz bilmediğim tuhaf insan. Şaşırmıyorum bile. Beni fark etmen için söze giriyorum.

   "Daha fazla öylece oturup o kitabı izlemeye devam edersen tam olarak bir saat bu kütüphanede kilitli kalacaksın ve inan bana bu pekte güzel olmaz. Kalk hadi, gidelim buradan."

   Demiştim ya, duygularım anlık benim. Az önce içimi saran korkudan tek bir kırıntı yok şimdi. Belki biraz utanç birazda beni geri çevirme ihtimalinin vermiş olduğu gerginlik. Ama onlarda kafanı öylece izlediğin kitabın sayfasından kaldırıp bana bakınca geçiyor. Gözlerimi kısıp seni incelerken sandalyeni geriye itip ayağa kalktın. Eşyalarını toplayıp çantana attıktan sonra bir saniyeliğine yüzüme bakıp çıkışa ilerlemeye başladığında beni reddettiğini düşünmüştüm ama beni yanılttın, gizemli. Kütüphanenin kapısını önden geçmem için açıp beni bekledin. Yüzüme güzel bir gülümseme kondurup teşekkür edercesine başımı eğdim. Yüzünde tek bir mimik oynamazken bana baktın ve peşimden ilerledin. O an benim gibi olduğunu anladım. Aslında kendini göstermemeyi iyi biliyordun. Sadece az önce arkamızda bıraktığımız o kütüphanede farkedilmeyeceğini düşünüp rahat bırakmıştın duygularını ama unuttuğun bir detay vardı. Ortamın sessiz olması seni görünmez yapmazdı. En azından benim için.

   "Öğle paydosu olduğuna göre bir şeyler yiyebiliriz ya da sadece içeriz. Seçim senin."

   Yanında oldukça minik durduğum gerçeğini yanından geçtiğimiz cam kapının yansımasından farkederken bakışlarımı yola indirip konuştum. Sadece omuz silktin. Sanırım bu benim için farketmez demekti. Ama takıldığım kısım bu değildi. Konuşmayı pek sevmiyordun. Belki de gerek duymuyordun. En kötü ihtimalle yeni tanıştığın, ki bu tanışmak bile sayılmaz, biri ile diyaloğa girmeyi tercih etmiyordun. Çokta takmadım bu durumu. İstediğin gibi davranabilirdin. Zaten sana yirmi dört saat vermiştim, her ne kadar senin haberin olmasada.

  Önünden geçtiğimiz az kişinin bulunduğu kafeye kolundan tutarak sürükledim seni. Yüzündeki şaşkınlığı yakalamıştım. Sende yeni tanıdığın birinin sana bu şekilde yaklaşmasına şaşırmıştın ama bir kere amaç edinmiştim seni kendime. İnadım inattı, çözecektim seni. Anlattıracaktım veya yaşatacaktım.

  Sandalyelerimize oturduğumuzda üstümdeki ceketi çıkartırken sordum.

  "Adın ne?"

   Birkaç saniye yüzüme baktın. Tam yine sessiz kalacağını düşünüp sipariş vermek için garson çağıracakken sesini duydum.

   "Jungkook."

   Yumuşak ama kalın sesin kulaklarıma dolduğunda bakışlarımı sana çevirdim. Güzeldi, sesin.

   "Memnun oldum Jungkook. Jimin."

  İsmimi söyledikten sonra öylece gözlerime odaklanan gözlerinden kaçıp elimi havaya kaldırdım bir garsonun beni fark etmesi için. Siparişlerimizi verip garsonu yolladıktan sonra dirseklerimi masaya yaslayıp ellerimi birleştirdim. Çenemide ellerime yaslayıp bir süre seni izledim. Boştun Jungkook. Kütüphanedeki gibi açık değildi bu sefer duyguların. Dahada çekti bu durum dikkatimi. Sadece kitaplara mı açardın kendini yoksa tanımadığın bana karşı mıydı bu donuk bakışlar?

  "Ne istiyorsun?"

  Kaşlarımı havaya kaldırıp sorarcasına yüzüne baktım kaba tavrın karşısında.

  "Ne konuda?"

  "Beni alıp buraya getirdin ve öylece susup yüzüme bakıyorsun. Ne istiyorsun?"

   Dişlerimi gösterecek şekilde genişçe gülüp ellerimi birbirinden ayırdım. Sandalyemde ileri kayıp gövdemi masaya yaslarken yaramaz bir ses tonu ile konuştum.

   "Yirmi dört saat."

*****

1. Bölüm Sonu





Hoşgeldiniz. Çok kısa ama fazlasıyla etkileyici bir kurgu ile karşınızdayım. Yazması çok uzun sürdü. Her detayını ince ince işleyip bütün mantık hatalarından kaçmaya çalıştım çünkü anlayacağınız üzere kitap yirmi dört saati içeriyor. Okurken bütün bunları Jimin'in günlüğü gibi okursanız daha çok keyif alacağınızdan eminim. Final aklımda ama bölümü hâlâ yazmadım. Eğer herhangi bir aksilik çıkmazsa on ile on beş gün içinde kurguya final vermiş olacağım. Kısa ama tadında oldu. Umarım en az benim beğendiğim kadar beğenir ve okurken keyif alırsınız. Teşekkür ederim 💜🙏🏻

Lunastelll🎑⭐

30.10.2021

Yayınlama Tarihi: 13.06.2022

24 Hour -{Jikook}-Donde viven las historias. Descúbrelo ahora